Dersim Katliamı’nın 87. Yılında…



Dersim Katliamı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nasıl bir katliamcılık, inkarcılık ve dahası soykırımcılık üzerinden inşa edildiğinin sarsıcı özeti olduğu kadar bugünlerinin anlaşılmasının da önemli düğüm noktalarından biridir.


Dersim Katliamı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nasıl bir katliamcılık, inkarcılık ve dahası soykırımcılık üzerinden inşa edildiğinin sarsıcı özeti olduğu kadar bugünlerinin anlaşılmasının da önemli düğüm noktalarından biridir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet ve dil” faşist yaklaşımıyla ve doğal olarak zorbalık, katliamcılıkla inşa edilen bugünün ulus devletinin nasıl bir faşist zihniyet üzerinden kök saldığını, güncel kirli savaş politikalarının hangi tarihsel korkular ve reflekslerle kendisini tekrarladığını anlamak isteyen herkesin dönüp bakması gereken bir ayna gibidir.

Sarp doğası, kendine özgü dini inancı, kültürel dokusu, dili, doğasıyla özdeşleşmiş asi karakteri, zorbalık ve dayatmalara boyun eğmeyen yapısı ve bir bütün olarak varlığıyla Dersim, varlığını pekiştirmiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından Kürt isyan ve katliamlar silsilesinin son halkası, temizlenmesi gereken son çıbandı.

Tekçi faşist yaklaşımın ruhuna aykırı varlığıyla kesilip atılmalıydı. 1935 Yılında Çıkarılan Dersim Kanunu’yla bu sürecin düğmesine resmi olarak basıldı.

Katliama ilişkin resmi emir de 4 Mayıs 1937’de toplanan bakanlar kurulu tarafından çıkarılan “Tunceli Tenkil Harekatı”na dair kararla verilmiş oldu. Kararda Dersim’in imha edilmesi buyuruluyordu. Ola ki sağ kalanlar olursa sürgün edilsin deniliyor, “çıban” olarak görülen bu anlamlar bütünlüğünün yok edilmesi isteniyordu.

Uygulamaya konulan katliam politikası tarihte eşine az rastlanır bir kanlı kıyıma dönüştü. On binlerce Dersimli katledildi, sığındıkları mağaralarda kullanılan gazlarla Hitler’in bile özeneceği bir kıyım gerçekleştirildi. Suyun canı yanar diye düşünülerek ateşi suyla söndürmeye bile kıyamayan Dersimliler, o mağaralarda diri diri yakıldı. Kutsal belledikleri Munzur Suyu günlerce kanlı aktı. Taş üstüne taş bırakılmadı.

Kalan sağların başına da gelmeyen kalmadı. Türkiye’nin farklı coğrafyalarına sürgün edilerek, varlıklarını unutmaları dayatıldı. Aşağılandılar, horlandılar, dillerini, kültürlerini unutsunlar diye her türlü asimilasyon politikasının hedefi oldular.

Dersim’in Dersim olarak akıllardan silinmesi için faşist zorbalık ve katliamcılığın tüm biçimleri kullanıldı. Fakat tarihin katliam ve kıyımlarla olduğu kadar bunlara karşı direnişlerle şekillendiği gerçeği bu konuda da hükmünü sürdürdü. Dersim onca kanlı kıyıma, asimilasyoncu faşist politikalara hedef olmasına rağmen varlığını unutmadı. Tarihin belleğinde kanayan yara olarak kalırken, asimilasyonla yok edilmeye çalışılan varlığının nasıl direndiği, sonraki kuşaklardan gelen evlatlarının direngenliğiyle dile geldi.

Dersim kesilip atılacak bir çıban olmadığını gösterdi, Direndi, direndikçe yeni katliamların hedefi oldu. ‘90’larda kirli savaşın yoğunlaştığı merkezlerden biriydi. Binlerce Dersimli o dönemde yeni bir “tenkil” politikasının hedefi oldu. Evleri, barkları yakılıp, yıkıldı, göçe zorlandı.

2011 yılında, o zamanlar Başbakan olan Tayyip Erdoğan, “Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa, ben özür diliyorum” diyordu, meselenin bir özür dileme meselesi olmadığını, çok daha kapsamlı bir muhteva taşıdığınıysa sonraki katliamcı politikalardan gördük. Dersim, 2015’te Cizre’de, Sur’da ve diğer Kürt kentlerinde yinelendi.

Ve aradan 86 yıl geçmiş olmasına rağmen aynı tekçi faşist zihniyetin Dersim’i haritadan silmek için canla başla çalıştığını görüyoruz. Evlatlarını uyuşturucu-fuhuş ve yozlaştırmanın çeşitli biçimleriyle yemeye çalışırken, o görkemli doğasını da HES’lerle, barajlar ve turizm yatırımlarıyla (!) yok etmeye uğraşıyor. Asimilasyon ve savaş politikalarıyla tüm bu saldırganlığı iç içe geçiriyor.

Fakat Dersim yine de bitirilemiyor. Dersim halkı bugün tarihine sahip çıktığı gibi bu katliamcı-soykırımcı faşist zihniyetle hesaplaşmanın kolektif odaklarından biri olmaya da devam ediyor.

Dersimliler, katliamın 86. yıldönümünde belleklerinin silinemeyeceğini şu talepleriyle de göstermiş oluyor:

  • TBMM’de ‘Dersim 1937-38 Tertelesi Araştırma Komisyonu’ kurulmaldır.
  • Dersim üzerinde yürütülen inkar ve asimilasyon politikalarına son verilmelidir.
  • 4 Mayıs’ın Dersim 38 Tertelesi günü olarak kabul edilmelidir.
  • Arşivler Açılıp, devlet katliamla yüzleşmelidir.
  • Dersim ismi iade edilip, Dersim halkından özür dilenmelidir.
  • Evlatlık olarak verilen çocukların akibeti hakkında bilgi verilmelidir.
  • Seyit Rıza ve dava arkadaşlarının mezar yerleri açıklanmalıdır.
  • Dersimi insansızlaştırma için yapılan baraj ve HES projeleri iptal edilmelidir.

Ayrıca Kontrol Et

Kaypakkaya Yarım Asır Sonra Hâlâ Yaşıyor

Türkiye solunun tarihinde ’71 Devrimci Kopuşu olarak bilinen tarihsel sıçrama denildiği zaman akıllara ilk olarak üç sembol isim gelir: Deniz, Mahir ve İbo.