Soma Katliamı, maliyet hesaplarının merkeze konularak işçi kanına sudan ucuz muamele yapılmasının, kâr oranlarının azamileşmesi için üretim baskının işin ruhu haline getirilmesinin, denetimsizliğin, kuralsızlığın, mevcut sendikal örgütlenmenin sınıf düşmanı karakterinin özeti gibidir. Bu özellikler kapitalist üretimin de özetidir. Soma’da yaşananlar bu ruhun en berrak ifadesidir, o kadar.
AKP’li yıllarda en az 2079 maden işçisi iş cinayetlerinde katledildi. Soma gibi büyük madenci katliamlarından sonra bile madenler denetlenmedi, kuralsızlık, üretim baskısı, denetimsizlik hükmünü yürüttü. “Bu işin fıtratında var” diyen iktidar işçi katillerini mahkemeleri eliyle verilen sembolik cezalarla adeta ödüllendirdi. O madenleri denetlemekle sorumlu tek bir devlet görevlisi yargılanmadı.
Aradan 10 yıl geçtikten sonra AYM’nin sınırlı sayıdaki kamu görevlisinin yargılanması yönündeki kararı nedeniyle mecburen bir dava açtılar. AYM bu kararı 2020’de vermişti. Aradan tam 3 yıl geçtikten sonra Aralık 2023 yılında sınırlı sayıda kamu görevlisinin yargılanması için iddianameyi tamamladılar. İlk duruşma 8 Mayıs 2024 tarihinde yapıldı. Madenci aileleri ve kamuoyu bu sefer de zamanaşımı diyeceklerinden kaygılanıyor.
Soma’dan sonra Bartın Amasra’da, Siirt Şirvan’da, Erzincan İliç’te ve Karaman Ermenek’te yaşananlar işçi katliamlarının sistemin fıtratı olduğunun ifadesi oldu.
Soma’da açığa çıkan gerçekler ve arkasından yargı süreçlerinde olup bitenler sonrasında yaşanan işçi katliamlarının da nedenidir. Sömürü sisteminin sonuçlarından biri olan bu katliamların anlaşılması açısından bir okul niteliği taşıyan Soma birçok yönüyle iyi anlaşılmalıdır.
Soma’ya kısaca bakmak:
Üretim zorlaması ve rödovans sistemi
Özelleştirme politikaları, “TKİ’ye ne kadar kömür satarsam o kadar alır” anlamına gelen rödovans sistemi, bunun kamçıladığı üretim zorlaması, azami kâr-asgari maliyet yaklaşımıyla günlerdir alttan alta tutuşup işçilerin çalıştığı alanı karbonmonoksitle dolduran eski ocaklardaki yangınlara müdahale edilmemesi, üretimin bir an bile durmasına tahammül gösterilmemesi, bu yangınların saldığı gazı boşaltacak havalandırma sisteminin bozuk olması, sensörlerin çalışmaması, yaşam odasının bulunmaması… gibi pek çok başlıkla katliamın anatomisi çıkarılmıştı. Katliamın “geliyorum” diyerek geldiği, işçilerin son ana kadar bile başlarındaki dayı başları üzerinden “hadi hadi” denilerek üretime zorlandıkları, içerisi dumanla dolmuşken bile bu kâr sarhoşluğuyla çalıştırılmaya devam etikleri…
Fıtrattır dediler!
Her şey ortadaydı. Soma halkı yüzlerce işçinin katledildiği bu katliamın acısı ve öfkesiyle doluyken kente giden zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, madencilikte bunun olabilirliğine vurgu yapıyordu. Enerji Bakanı ise “fıtrattır” diyordu. Soma halkının kendilerine yönelik tepkilerine karşı sergiledikleri düşmanca tutum Erdoğan’ın müşaviri Yusuf Yerkel’in madenci Erdal Kocabıyık’ı tekmelemesiyle dile geliyordu. O katliam anında ölümden dönmüş bir madencinin sedyeye konulurken sedyenin kirlenip, kirlenmeyeceğini düşünmesiyse işçi sınıfı cephesinden pek çok gerçeğin özeti oluyordu.
İşçi tekmeleyen Yerkel, daha sonra çeşitli biçimlerle ödüllendirilerek sermaye sınıfının kolektif koruyuculuğuna alındı.
Hukuk onların hukuku!
Katliamın hemen ardından başlayan hukuk süreci de bu düzenin kimin düzeni olduğunu, hukuk denilen silahın patronları koruyup kollamak için nasıl kullandığını gözler önüne seren bir nitelikte seyretti.
İlk önce davayı, katliamın yaşandığı Soma’dan kaçırdılar. Sorumluluğu bulunan devlet görevlilerini ve bu sorumluluk ağının en tepesindekileri yargılama dışında bıraktılar. O kadar ileri gittiler ki, Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 2020 yılının Ekim ayında verdiği kendi kararını dairedeki görev değişiklikleri ve yeni atamaların ardından 2021 Şubat ayında bozdu. Bu kararla birlikte tutuklu kalan 4 sanık da tahliye edildi. Katliamın sorumluları kişi başına bir hafta bile yatmamış oldu! 7 bin 500 yıl hapsi istenen madenin sahibi açık bir hukuk operasyonuyla kurtarıldı!
Daha önce “olası kastla insan öldürme” suçundan ceza alan sanıklar “bilinçli taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma” suçundan yargılanmaya başlandı.
Yargıtay’ın bozma kararının ardından dava Nisan 2021’de yeniden görülmeye başlandı. Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi, Haziran 2021’de Yargıtay kararına uyulmasına, sanık Can Gürkan’a “bilinçli taksirle insan öldürme” ve “yaralama suçu”ndan 20 yıl hapis cezası verilmesine karar verdi. Yönetim Kurulu Üyesi Haluk Evinç beraat etti, mühendisler Efkan Kurt ile Adem Osmanoğlu 12 yıl 6 ay hapis cezalarına çarptırıldı.
Temyiz edilen yerel mahkeme kararı, Yargıtay 12. Ceza Dairesi tarafından oy çokluğuyla 4 Nisan 2022’de onandı. Can Gürkan’ın kesinleşen 20 yıllık hapis cezasının infazı için tekrar cezaevine gönderilmesi bekleniyor (!).
Dava dosyası daha sonra, yaşam hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlâl edildiği belirtilerek Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. AYM 2024’ün Ocak ayında başvuruyu reddederek, yaşam haklarının ihlâl edilmediğine hükmetmiş oldu! AYM’nin ret kararında Yargıtay’ın cezasızlık yaratma amacında olmadığı, olası kastla bilinçli taksir arasındaki ayrımın ceza hukukundaki en tartışmalı konulardan biri olduğu belirtildi. Kısacası tepeden alta doğru saçaklanan tüm yargı organları sınıflarının diliyle konuştu.
İşçi katilleri dışarda elini kolunu sallayarak dolaşmaya devam etmedi sadece, Soma AŞ’nin yeniden faaliyet yürütmesine de olur verilerek despot emek sömürü rejimi bir kez daha ödüllendirildi.
Soma’da yakınlarını kaybeden ailelerin avukatlarından Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay keyfi tutuklamalarla hapsedilerek de aynı mesajın altı çizilmiş oldu.
İş cinayetleri bu düzenin fıtratında var!
6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı çıkarıp, bununla övünenler, onu işlevsizleştirmek için ellerinden geleni yaptılar. Maden patronlarının seslerine açık kulakları, yasanın uygulanmasını sürekli olarak ertelemelerine, değişiklik yapmalarına yansıdı.
Soma Katliamı gibi Türkiye tarihinin en büyük katliamının ardından hiçbir şeyin değişmeden sürmesiyse işçi sınıfının örgütlülük düzeyinin zayıflığını olduğu kadar, örgütlü olduğu haliyle onu temsil ettiğini iddia eden kurumların sınıftan uzaklığını da bir kez daha ortaya koydu.
Son 22 yılda en az 2079 madencinin çalışırken öldüğü bu ülkede vahşi emek sömürüsü rejimine karşı örgütlü mücadele sınıf mücadelesinin en temel ayaklarından birini oluşturuyor. Ölenleri anmak bu mücadelede daha kararlı bir duruş sergilemek demektir.
*Görsel İSİG Meclisi Gönüllüsü İrfan Ertel’e aittir.