AP Burjuva Demokrasisi: “Temsili Demokrasi” dedikleri…



AP, militarizm, savaş ve ırkçılığa yol vermesiyle karakterize olan, kadın haklarını uzun yıllardır budayan, sömürüyü derinleştiren ne kadar yasa varsa çıkaran, göçmen karşıtı politikalar izleyen, AB’ye üye ülkelerde de bağlayıcılığı olan anayasası konumunda bir kurum halini almış durumda.


Çiğdem Devran

Yarın Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacak.

Avrupa’da burjuva demokrasisinin var(mış) gibi kurumlarından birisi olan AP’de faşist partilerin bu en üst kurumu tümden ele geçirme faaliyeti, istedikleri faşist yasaları sorunsuz onaylatma isteminin açık biçimde görüldüğü bir seçim bu. Bu yüzden uzun süredir her köşe başında adım başı burjuva partilerin propaganda gurupları elinize bir şeyler tutuşturarak konumlanmış durumda. Propagandaları ise emperyalistlerin üst birleşik kurumunun temsili demokrasi aracı olduğu yanılsaması üzerinden sürüyor.

AP, militarizm, savaş ve ırkçılığa yol vermesiyle karakterize olan, kadın haklarını uzun yıllardır budayan, sömürüyü derinleştiren ne kadar yasa varsa çıkaran, göçmen karşıtı politikalar izleyen, AB’ye üye ülkelerde de bağlayıcılığı olan anayasası konumunda bir kurum halini almış durumda. Bu anlamda bu kurumun aynı politikalar doğrultusunda muhalefet edeni kalmamış bir merkezileşme ile yürümesi AB burjuvazisinin istemi.

AP, Avrupa tekelci burjuvazisinin istemleri doğrultusunda Avrupa’da yerli ve göçmen emekçilerin mücadelelerle kazandıkları ne kadar hak varsa herbirinin ortadan kaldırılması için açık demagojiye dahi başvurmadan savunmaktadır.

Bunların en çok öne çıkardıkları, mültecilerin kendi ülkelerine gönderilmeleri, göçmen karşıtı politikalardır. Faşistlerin iktidara geldiği İtalya’daki Meloni Hükümeti İtalya’ya ulaşan mültecileri Arnavutluk’a taşımaları için gemilerini harekete geçirdi bile. Bununla beraber başta grev hakkı, gösteri ve yürüyüş hakkı, örgütlenme hakkı olmak üzere birçok alanda önce kısıtlama, mücadeledeki güç dengelerine bağlı olarak tümden ortadan kaldırma yönünde ilerleme onların başlıca istemleridir. AP seçimlerinde bu savunularda faşist partilerle kendine sağ-sol ya da başka isim veren diğer burjuva partilerle aralarındaki farklar siliktir.

Seçimler özgülünde karşıt propagandada hayli zayıf kaldığımız bu koşullarda, yapılacak parlamento seçimlerinde ırkçılıkta, ayrımcılıkta ve savaş kışkırtıcılığında birbirleriyle yarışan bu partilerin hiçbir adayına oy verilmemelidir. Asıl olarak bu kurumun nasıl gericileştiği, savaş ve faşizm konseptinin bir kaldıracı olduğu teşhirini seçimlerle sınırlı olmayan bir tarzda yürütmek zorundayız. Bu kavgada yanımızda duran, yerellerde yerlisi ve göçmen işçi emekçisinin çıkarlarını savunan, göçmenlere yönelik ırkçı, ayrımcı, faşist uygulamalara karşı çıkan adayların desteklenmesi aynı mücadelenin bir parçası olabilir ancak.

Zira burjuva demokrasisi sınırları içinde de olsa, onun yaşam bulması da yaşam bulduğu yerlerde kapsam ve genişliği de burjuvazinin onların taleplerini karşılayabilecek olanaklara sahip olup olmamasından da önce, sınıf ve emekçilerin giriştiği mücadelenin boyutlarına, ülkelerin kültürel ve tarihsel arka planına bağlı olarak şekillenir. Bütün tarihsel deneyimler böyle gelişmiştir.

Bizim cephe

Bu eksende yürütülen tartışma ve yorumlarda burjuva demokrasisinden geriye ne kaldığı noktasında kafa karışıklığı sürüyor. Denetleyemediğimiz, beğenmediğimizde geri alamadığımız seçilmişlerle “temsili demokrasinin” iyiden iyiye karikatürleştiği herkesin malumu durumunda.

AB üyesi 27 ülkenin beşinde şimdiden iktidarı ele geçiren faşist partilerin Avrupa ve dünya çapında faşizme kan taşıdığı gerçeği bir kez daha yüzümüze çarpıyor. Fakat dünya çapında merkez sağ denileni de Almanya’da olduğu gibi sosyal demokrat burjuva partilerin söylem ve uygulamalarının nüansları dışında, İtalya’da Giorgia Meloni, Macaristan’da Orban, Hindistan’da Narendra Modi’den hiçbir farkının olmadığı bir noktadayız.

Gelinen aşamada, burjuvazinin toplumsal düzeni kendi burjuva demokrasisini bile artık taşıyamaz, kaldıramaz hale gelmiştir. Bir başka deyişle, üzerinden 100 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra Lenin’in “Emperyalizm çürüyen kapitalizm, siyasal gericileşme eğilimi” tespiti birkaç yıl öncesine göre bile çok daha somut ve dünya çapında bir gerçek olarak karşımızda capcanlı duruyor.

Bu teorik tespit, siyasal yorumdan da önce yaşayarak deneyimlenen bir gerçeklik. Burjuva demokrasisinin gericileştiği, faşist yöntemlere yakın yöntemler kullandığı söyleniyor fakat kafalarda oturmayan bir bakış açısıyla psikolojik bir duvar aşılamıyor.

Bilinçli kesimler dışında; eski sınırlı yöntemlerimizin sınırlı “özgürlük alanlarının“ dönem dönem hepimize ayar vermeye çalışan ivmelenen saldırganlıklarla da olsa eskisi gibi kullanılmaya devam etmesi (yürüyüş,miting, panel, toplantı, gece, demokratik kurumların kullanımı, vb.) bu psikolojik eşiğin aşılmasını, savaş ve faşizm tehlikesinin yakıcılaşmasını günübirlik faaliyetler içinde ekseni ondan önce kafalarda oturtmayı flulaştırıyor.

İşin bir başka boyutu yapılan bütün “dünya çapında savaş”, “neo faşizm” tespit ve tartışmalarına rağmen aslında aynı psikolojik eşiğe dayanan “Emperyalist kapitalizmin, burjuva demokrasisinin karekteri bu. Kriz dönemlerinde hep gericileşir” denilerek konjonktürü sıradanlaştırmanın, aslında ilkiyle buluşan ötelemenin bir başka boyutu ortaya çıkıyor.

İkiyüzlü burjuva demokrasisinin eksik topal da olsa sürdüğü inancını besleyen etkenlerden biri de, Almanya’da burjuva klikler arası rekabet ve çekişmenin ürünü olan, fakat kendi niyetinden bağımsız anti faşist mücadeleye kan taşıyan milyonların katıldığı sosyal demokratların organize ettiği faşist AfD karşıtı mitingler gibi örneklerdir.

Tabii bir de, ateşi her gün başka bir coğrafyaya yayılan savaş yorumlarında “Savaşlar yayılıyor fakat 3. Dünya savaşı için sığınaklara inmeye de gerek yok“ gibi “sakinleştirici” yorumları da unutmamak gerekiyor -kaldı ki emperyalist ülkeler bunu sığınak, yiyecek stoklama çağrıları yapıyorlar.

Tam da burada Poulantzas’ın “Emperyalizmi tartışmak istemeyen faşizm konusunda sessiz kalmalıdır“ sözlerini anmadan geçmek olmaz.

Emperyalist ülkeler artık en çıplak haliyle savaşlarda nükleer bombalar kullanılmasını savunuyorlarsa, her türlü demagojik yaklaşımları bir kenara atıp en gerici savunuları pişkinlikle normalleştirerek ortaya atıyorlarsa, yarın ne olacağı dahi belli olmayan bu kaotik ortamın diğer kriz dönemlerinden farklı olduğu açık değil mi?

Savaşın ve faşizm tehdidinin herhangi bir dönemden çok daha yakınımızda olduğunu duyumsamak için daha hangi deneyimleri yaşamamız gerekiyor? Öyleyse bütün yapıp ettiklerimiz, konumlanışımız da buna uygun olmak zorunda.

Ayrıca Kontrol Et

TİS Devam Ederken Ford Fabrikası Önünde Bildiri Dağıtımı

Almanya’da metal-elektro işkolunda yapılan TİS görüşmelerinde henüz elle tutulur sonuç yok