Burak Sarı
Bana bir şeyler söyle kendi dilinden. Kendi dilinden ama. Söyle ki bir yol açılsın. Gerçekten sana giden ve anlamayı öğreneyim. Çeşitlenelim ve çeşitliliklerimizle, kendi dilimizle ulaşalım üretmenin ve yaratmanın evrensel diline.
Dil insanın kolektif evriminin en büyük kanıtlarından biridir. Daha ilk çağlarda henüz en ilkel biçimiyle de olsa birbirini anlama, ortak hareket etme ve doğal olarak hayatta kalmanın bir aracı olmuştur. Aynı zamanda bilincin şekillenmesinin harcı olmuştur adeta. Çünkü bilincimiz yaşadığımız topluma göre şekillenirken, onun dilinde işleniyor. Yani günlük hayatın gerçekliğinden kurulan düşe, her şeyde ayrılmaz bir parçamız gibi. O nedenle kendin olmak biraz. Kendini kendin gibi ifade edebilmek. “Seni Kürtçe sevmişim” diyordu Ali Asker bir türküsünde. İlk dinlediğimde dikkat etmiştim. İnsan hangi dilde severdi? Sevmenin dili olur muydu? Herkesin kendisini rahatça ifade edebileceği gelişkin koşullarda ne güzel bir tartışma konusu olabilirdi. Olsundu düşünme eylemi sınır tanımadığı için benim zihnimde arka planda akıyordu bu düşünce. Önce dedim ki olur mu öyle şey, sevmenin dili mi olur? Sonra zihnimdeki şeytanın avukatı atladı hemen, niye olmasın? İnsan elbet içine doğduğu, rüyasında dahi kullandığı, kendisinin bir parçası olan ifade yöntemiyle düşünür ve konuşur. Bu ifade yöntemi onun için en erişilebilir yöntemdir ve kendini dolayımsız ifade etmenin en gerçekçi yoludur. Çünkü onunla şekillenmiştir ve o onun için birincil ifade yöntemidir. O nedenle anadili tartışmalarını aynı zamanda bir erişilebilirlik konusu olarak değerlendiririm.
Hayır yanlış yazmadım. Erişilebilirlik meselesiyle kesişimsel bir yönü var ve erişilebilirlik sadece yeti farklılıkları ile alakalı değil. Çünkü ortada kendini ifade edip edememek gibi bir gerçeklik var. Bazı sağır akımları işaret dilini ayrı bir dil olarak kabul ediyor ve tanınmasını istiyor. Maalesef “Öyle saçma şey olur mu?” diye başlayacak ve zorlama argümanlar ile çürütülmeye çalışılacak bir fikir bu yaşadığımız toplumda. Oysa her şey merak ile başlar. Bu merak koşulları araştırmaya götürür. Kamu kuruluşlarında kaç tane işaret dili tercümanı var?
Bir dönem işaret dili eğitimi almıştım. Hocam ile sohbet ederken tercüman sorununun çok büyük sorunlara yol açtığını öğrendim. Düşünsene, hastaneye gidiyorsun ama meramını anlatamıyorsun. Bir kör olarak işaret dili öğrenip iletişimin önünde bir engel olmayacağını anlatmak için çıktığım yolda, insanların en temel ihtiyaçlarını anlatamadığını öğrendim. Yeni öğrenmediysem de üzerine daha çok düşündüm. Çünkü yıllardır “Eşit, erişilebilir, engelsiz hayat” diyordum ama bu konunun bilincine somut örnek ile karşılaşınca vardım. Bu da daha çok fırın ekmek yememiz gerektiğinin bir göstergesi olarak yüzüme çarptı. Sağır bir arkadaş ile küçük işaret dili denemeleri yaptım. Tembel olmasam ilerleyebilirdi.
Benzer bir durum Braille alfabesi için geçerli. Yıllarca bankalarda, noterlerde okuryazar kabul edilmedik. Elimizdeki resmi diplomalara, resmi müfredatın bir parçası olarak öğretilen Braille alfabesine rağmen okuryazar kabul edilmedik. Personelin önyargısı bile yetti okuryazar kabul edilmememize. Oysa Braille dünya genelinde kullanılan bir alfabe. 2010’lu yıllarda kamu kuruluşlarında bölümlerin yerinin Braille yazı ile de gösterilmesi kararı alınmıştı. Bir hastanenin bölümlerini, neyin nerede olduğunu ilk kez Braille olarak okumuştum ve inanılmaz mutlu olmuştum. Yani çok küçük bir düzenleme, körler için bir erişilebilirlik yaratmıştı. Neden olmasındı? Niye yayılmasındı bu? Demek ki zor değildi. Demek ki isteyince oluyordu. Öyleyse neden olmasın? Dünyayı ayrımcı ve anlamsız politikalar ile cehennem kılacağımıza, kapsayıcı olarak ve çeşitliliklerimizle bir cennet bahçesine çevirmenin koşullarını yaratabiliriz. O zaman kendi dillerimizden çıktığımız yolda, ulaşabiliriz üretmenin ve yaratmanın evrensel diline.