D. Emrah Zıraman
Menzil cemaatinin lideri olan Abdülbaki Erol Temmuz 2023’te öldükten birkaç gün sonra 3 oğlu arasında “tövbe” yetkisi kavgası başladı. Her bir oğul müritlere kendi etrafında tövbe etme çağrısı yapmıştı.1
İsmailağa cemaati lideri Hasan Kılıç’ın 2024 Nisan’da ölmesinin ardından Cübbeli Ahmet rabıtanın2 kime bağlanması gerektiği konusunda her gece başka bir kentte vaazlar verip durdu. Cemaatin emirinin kim olduğuna, olmasına gerektiğine dair cemaatte içinde ciddi ayrılıklar ortaya çıktı.3
2024 Temmuz ayının hemen başında eski AKP’li vekil Fatih Süleyman Denizolgun, dedesinin kurduğu Süleymancılar cemaatini kast ederek yapılan usulsüzlüklere müdahale edilmesi için devletin acilen “mali soruşturma” başlatmasını talep ediyordu.4
Son bir yıla ait yukarıdaki üç haberde bir tek Fatih Süleyman Denizolgun, Türkiye’deki İslami cemaatlerin şah damarını ifşa ediyordu vuruyordu: Tevekkülün sermayesi.
Tevekkül İslam terminolojisinde “birinin işini üstüne alma, birine güvence verme; birine işini havale etme, ona güvenme” anlamına gelir. İslam tasavvufunda da önemli bir tartışma konusudur. Bu tartışmalara göre özü itibariyle tevekkül “kendini her durumda Allah’ın irade ve takdirine teslim ederek O’ndan gelene rıza göstermesi tevekkülün özünü meydana getirir.”5
Türkiye’deki İslami cemaatlerin elinde toplanmış sermayenin hem tarihsel hem de hali hazırdaki duruma dair derli toplu, yekûn veriler bulmak zor. Bunun öncelikli nedeni sermayenin bizatihi kendisinin ihtiyaç duyduğu, edindiği, ürettiği, takip ettiği ekonomi verilerinde İslami cemaatler diye ayrı bir kategorinin yer almaması. Diğer taraftan şahsi olarak herhangi bir sermaye sahibi bağlı olduğu cemaati açıklamadığı sürece bir sermaye grubunun hangi İslami cemaatle ilgili olduğunu bilmek mümkün olamıyor. Hal böyle olunca İslami cemaatlere ait olduğu bilinen dernek, vakıf, şirket vs.lerin açık bir şekilde ortada olan verileri, kısıtlı da olsa, İslami cemaatler ve sermaye ilişkisine dair temel fikirlere ulaşmayı sağlıyor.
Basında yer alan aşağıdaki birkaç veriye bakıldığında bile İslami cemaatlerin sermaye ile ilişkisinin İslam peygamberinin “işçinin ücretini alın teri kurumadan önce ödeyiniz” sözündeki naifliğin çok ötesine geçen büyüklüklere ulaştığı gerçeği hakkında bir fikir ediniriz:6
Teşviklerden yararlanan bir diğer firma Neutec İnhaler şirketi oldu. Şirketin sahibi Faruk Bilgiç, Menzil Cemaati’ne yakınlığıyla biliniyor. Şirkete 556 milyon 897 bin TL’lik yatırımı karşılığında faiz desteği, gümrük vergisi muafiyeti, KDV istisnası, 7 yıl sigorta primi desteği, 7 yıl sigorta primi işveren hissesi, yüzde 90 vergi indirimi, yüzde 50 yatırıma katkı oranı verildi.7
…
Nakşibendi Tarikatının kollarından olan Erenköy Cemaati içerisindeki etkin ailelerden biri Topbaş’lar…market zinciri…BİM’in …mağaza sayısı 500’e yükseldi. 2001 krizine rağmen 87 yeni mağaza daha açan BİM’in 2003’te net satışları 1 milyar TL’yi geçti. 2005’te yüzde 44.12 oranında hisseleri halka arz edildi.
Adını Hüseyin Hilmi Işık’tan alan Işık cemaati, “İhlas” markasıyla holdingleşen bir cemaat. Medya dahil birçok sektörde faaliyet yürüten cemaatin 1995 tarihinde kurduğu İhlas Finans’ın faaliyetleri Bakanlar Kurulu kararıyla 10 Şubat 2001’de durduruldu ve şirketin tasfiyesine karar verildi. O dönem 220 bin civarında mudi İhlas Finans’a toplam 1 milyar doların üzerinde para kaptırdı.8
Kapitalizme tarihsel bir zorunluluk olarak teslim olmuş olan İslamiyet de ideolojisini haliyle kapitalizmin şartlarına uydurmak zorunda kaldı. İnananlardan görünüşte her ne kadar ulvi bir yaradana tevekkül talep etmeyi sürdürür görünse de kapitalizm koşullarında İslami cemaatlerin talep ettikleri tevekkülün sınırlarını fiili olarak belirleyen sermayenin doğası oldu. Yazıda, esası biat üzerine kurulu olan ve tevekkül üretmeye çalışan İslami ekonominin politik veçhelerine dair bir panorama sunulmaya çalışılacaktır.9
Tarihten kısa notlar
Kuzey Afrika’dan Endonezya’ya kadar geniş İslam coğrafyasının sermaye ile ilişkisi her ülkenin kendi özel ve özgün tarihi ile ilişkilerine bağlı olarak şekillenmiştir.10 Bu nedenle Weber’in Protestanlık ve kapitalizm arasında kurmaya çalıştığı gibi İslamiyet ile sermaye arasında çok genel ve baskın özel türde bir ilişkiden söz etmek mümkün değildir. Türkiye ve Mısır’daki İslami yapıların sermaye ile olan ilişkileri ile Malezya veya Endonezya’dakilerin, Suudi Arabistan, Katar vd. petrol üreten Körfez Ülkeleri ile İran’daki İslamiyet ve sermaye ilişkileri bambaşkadır. Ancak İslam coğrafyası aynı zamanda emperyalist paylaşım alanları içinde şiddetin ve savaşların hiç eksik olmadığı bir bölge olduğundan İslamiyet’in sermaye ile ilişkisinin tek ortak yanının emperyalizmle olan bağı ve bağımlılık ilişkisi olduğu söylenebilir.
Yusuf Akçura’nın 1904 yılında kaleme aldığı Üç Tarz-ı Siyaset makalesi11 özü itibariyle kapitalistleşme sürecine girmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun hangi burjuva siyaseti ile var olacağına, var olması gerektiğine yönelik bir tartışmayı içerir. Akçura makalesinde üç (burjuva) tarz-ı siyasete işaret eder: Türkçülük, Osmanlıcılık ve İslamcılık.
I. Paylaşım Savaşı sonrası ortaya çıkan dünyada Osmanlı İmparatorluğu yerine kurulan Türkiye Cumhuriyet’i için Akçura’nın işaret ettiği Türkçülük tarz-ı siyaseti galebe çaldı. Diğer tarz-ı siyasetten biri olan İslamcılık ile Türkçülük arasındaki gerilimli ilişki ise cumhuriyet tarihi boyunca sürdü.12
Mustafa Kemal’in cumhuriyeti süresince pozitivizmle bulamaç olmuş Türkçü burjuva ideolojisi İslamcılığa nefes aldırmaz bir tutum sergiledi. Diyanet İşleri Başkanlığı kurarak esinlendiği Fransız laisizminin gerisine düşse de Kemalizm “muasır medeniyet” olarak tanımladığı Batılı kapitalist sosyal ve kültürel yaşam modeline giden yolu ancak devlet zoru ve yasaklarla açabildi. Batılı giyim tarzının simgesi olarak görülen Şapka Kanunu’nun görüşmeleri sırasında Meclis çoğunluğunun ayak sürüdüğünü öğrenen Mustafa Kemal’in sabaha doğru bizzat Meclis’e gidip kürsüden “Bu kanun ya bu gece çıkacak ya da sabaha birtakım kelleler gidecek” tehdidini savurarak yasanın çıkmasını sağlaması bu “Batılılaşma” yöneliminin hangi mantık ve yöntemlerle yürütüldüğünün tipik örneğidir.
Mustafa Kemal’in ölümünden sonra İnönü döneminde kısmı gerilemeler olsa da burjuva ideolojisi olarak Türkçülük hattı bu sefer gayr-ı Müslimler üzerinden sürdürülüp pekiştirildi. II. Paylaşım savaşı sırasında çıkarılan ve ağırlıklı olarak Türkiye’deki Yahudileri hedef alan Varlık Vergisi ile gayr-ı Müslimlerin elindeki servet bir gecede Türk-Müslümanların cebine akıtıldı.
1950’de Demokrat Parti (DP) “Yeter Söz Milletin” sloganı ile esas olarak Kemalizm’den nefes alamaz hale gelmiş köylülüğü peşine takarken, hükümeti elde edince köy ve taşradaki İslamcılığa da göz kırpmaya başladı. İslamcılık ideolojik ataklarını bu yıllarda arttırmaya başladı.
Bu dönemin servet aktarımı ise 6-7 Eylül olaylarıyla yapıldı. Esas olarak İstanbul’daki Rumlara karşı girişilen pogromla Türkiye’deki Rumların mallarına çöküldü. Tabi mallara çökenler yine gittikçe güçlenmeye başlayan Türk-Müslüman sermayedarlar oldu.
60-80 arasında İslamcılarla devlet ilişkisinin bir küs bir barışık geçtiği söylenebilir. Esas olarak ideolojik safhada süren mücadele devlet eliyle Kemalizm’in korunması ekseninde İslami cemaatlerin önderlerine, kadrolarına açılan davalar, sürgünlerle geçti. Bu süreçte İstanbul başta olmak üzere hem büyük şehirlerde hem de taşrada İslami cemaatler ağırlıklı olarak ticaret ve emek yoğun sanatkârlıkla uğraşıyorlardı.
50-80 arası İslami cemaatlerin sermaye ilişkisinin dar biçimde ticaret, esnaf, sanatkârlıkla sınırlı olmasının esas nedeni Türkiye kapitalizminin o kesitlerdeki gelişmişlik düzeyidir. Türk tekelci burjuvazisi 1950 sonrasında emperyalizmle çok daha geniş ilişkiler kurmuş olsa da emperyalist işbölümünde kendisine düşen pay ithal ikamecilik olduğundan bunun sermaye bağlamında sınırlarından dolayı İslami cemaatlerle paylaşılabilecek bir sermaye elde yoktu.
24 Ocak kararları ile durum radikal bir biçimde değişti. 12 Eylül askeri faşist darbesinin zoruyla hayata geçirilen 24 Ocak Kararları sonrasında Türkiye, emperyalist neo-liberal politikaların katıksız uygulandığı bir evreye girdi. Orta düzeyde gelişkin bağımlı kapitalist Türkiye ekonomisi tarihinin üçüncü büyük sıçramasını bu evrede yaptı. Bu evre İslamcı sermayenin de altın çağının başlangıcı oldu.13 12 Eylül faşizmi sağcılık ve solculuğa karşı panzehri Türk- İslam Sentezi’nde buldu. 12 Eylül sonrasında Türkçülük ile İslamcılık hem devlet eliyle hem de İslami cemaatler aracılığıyla birleştirilmeye başlandı. Zorunlu din dersleri bu dönemde Anayasa’ya kondu. Suudi Arabistan kökenli Rabıta başta olmak üzere uluslararası gerici örgütlenmeler ve farklı İslamcı akımlar Türkiye’de serbestçe cirit atmaya başladı.
12 Eylül faşizminin Türk-İslam ideolojisini yaslanarak onu devletin ‘resmi ideolojisi’ haline getirmesi elbette sadece Türk tekelci burjuvazisinin ideolojik-kültürel ihtiyacına indirgenemez. Bu yönelime girilmesinin gerisinde asıl olarak neo-liberal dönemde yeniden yapılanan uluslararası emperyalist işbölümünde Türkiye gibi ülkelere biçilen rol vardır. Bu rol esas itibariyle büyük emperyalist tekeller için eski kârlılığını yitiren sektörler ve ara malları üretiminin ucuz emeğe dayalı bağımlı ülkelere kaydırılmasını içerir. Emeği bu azgın sömürüye razı edebilmek başlangıçta zor yoluyla sağlansa bile bu rızayı aynı yolla sürdürebilmek mümkün en azından kolay değildir. Dolayısıyla rıza üretimine de ihtiyaç vardır. Muazzam bir tarihsel gericilik birikimini de içeren Türk-İslam sentezine devlet katında yönelimin gerisinde işte asıl bu ihtiyaç yatar.
İdeolojik planda olduğu kadar ekonomik, siyasal ve sosyal yaşamda da değişik biçimlere bürünen bu füzyonun ekonomideki sonuçlarından biri de Anadolu Kaplanları’nın yaptığı tarihsel atılım olur. 80 sonrası önleri sonuna kadar açılan Anadolu Kaplanları, öncesinde taşranın orta ve küçük ölçekli sanayi ve ticaret sermayesi sahipleridir. Bunların ezici bir çoğunluğu aynı zamanda İslamcıdır. 12 Eylül sonrası ekonominin neo-liberal temellerde yeniden yapılanma sürecinde Türkiye ekonomisine biçilen rol temelinde bunlar büyük bir enerji ve açgözlülükle uluslararası ilişkilere yönelirler, değişik sektörlerde emperyalist tekellere ucuz emek ürünü mallar, ara malı ve yedek parça üreterek -tabii ki devlet koruması ve desteğiyle- hızlı bir tekelleşme sürecine girerler: “Bu küçük işletmeler “Anadolu Kaplanları” olarak bilinmekte ve MÜSİAD’ın sosyal konumunun sağlamlaştırılmasına önemli katkılarda bulunmuşlardır…MÜSİAD… Türkiye’nin 28 ilinde şubeler açmış… Turgut Özal’ın Anavatan Partisi döneminde görülen demokratikleşme ve serbestleşme, Anadolu işletmelerinin büyümesine yol açmıştır.”14
12 Eylül’le birlikte İslami cemaatlerin ağırlıklı olarak küçük ticaretle, esnaf ve sanatkârlıkla sınırlı sermaye ilişkisi atağa kalkarak hızla sanayi sermayesine, ‘90’ların sonuna doğru da Banka Asya örneğinde olduğu gibi mali sermaye düzeyine erişti.
Kapitalizmin yasaları bu noktada da hükmünü yürüttü. Ekonomideki palazlanma ve tekelleşme siyasette de buna denk bir iktidar paylaşımı taleplerini besleyip büyüttü. Refah Partisi ve MÜSİAD’da örgütlenen İslami sermaye merkezinde TÜSİAD patronlarının olduğu geleneksel iktidar blokundan iktidar gücü ve olanaklarının yeniden paylaşımını talep eder hale geldiler. Kemalist geleneksel iktidar blokunun buna tepkisi post-modern 28 Şubat darbesi oldu. Fakat bu hamle, 12 Eylül döneminde önünü bizzat ordunun açtığı İslamcı sermayenin önünü kesemedi. 2001 krizinin ardından kurulan AKP’nin 2002’de iktidara gelmesini engelleyemedi.
Yeni ANAP AKP’li ilk yıllardan 15 Temmuz’a
Kurucuları arasında eski ANAP’lıların yoğunluğu yanında ağırlıklı olarak Erbakan’ın Refah Partisi’nin yönetimini ellerinde bulunduran “ak saçlılar”a isyan eden “gençlerin” kurduğu AKP, 83 ANAP’ının 4 eğilimini bağrında taşıyordu. Tek farkla: AKP’de muhafazakârlar nicelik ve nitelik olarak baskındı. Ancak zaman gösterdi ki, AKP’nin içindeki muhafazakârlık eğilimi de kapitalizmin neo-liberal veçhesine çoktan eklemlenmiş bir incir yaprağından öte anlam taşımıyor.
AKP’nin ilk yılları 2001 krizinin yükünü halka yıkılmasını amaçlayan Derviş politikalarının uygulanması ile geçti. Türk tekelci burjuvazisi AKP eliyle daha güçlenirken, o kesitteki emperyalist sermaye akışından İslami cenah da gani gani faydalanmaya başladı.
Anadolu Kaplanları’nın çoğunun İslami cemaatlerle ilişkisi olsa da bu tanım daha çok âyan ve eşraflardan oluşan taşra sermayesini işaret eder. Bunlar ekonomik olarak ya Türk Tekelci burjuvazisine bağlı olarak onların altında yer alırlar ya da emperyalizmle doğrudan ilişkide olsalar dahi emperyalizmin ülkeye biçtiği işbölümü sınırları dışında çıkamazlar.
Bu bağlamda Türkiye’deki İslami sermayenin kendisine has özelliği ortaya çıkar. İslami sermaye, kredi, teşvik ve ihaleler yoluyla sermaye desteği başta olmak üzere devletin olanaklarına sıkı sıkıya bağlı olduğu için hükûmetteki değişmelere bağlı nefes alıp verebilmektedir.
İslami ideolojinin kendi iç çelişkilerinde düşman kardeşler çoktur. Ancak 90’larda İslamcılığın Refah Partisi’nin İstanbul’u da alarak yerel seçimlerde galip gelmesi ile İslami cemaatler arasında baltalar toprağın altına gömülmediyse de toprağın üzerine bırakıldı.
80 sonrası başta askeri faşist iktidarının göz yumması ile devlet içine çöreklenen Gülen cemaati, AKP’nin ilk yıllarında derinleşen ilişkiler geliştirdi. Gülen cemaati, Ergenekon/Balyoz operasyonları ile İslamcı cenahın Kemalizm’e karşı tarihsel ideolojik, politik savaşına girişirken diğer yandan AKP’nin uzun süre en büyük handikaplarından birini oluşturan yetişmiş kadro ihtiyacını karşılıyordu. Süreç ilerledikçe, Gezi İsyanı’nın bastırılmasından Kürt illerinin yerle bir edilmesine kadar AKP iktidarının önündeki engelleri temizleyip onun her türden pis işini yapan konuma yükselmişti.
Cemaatin güçlenen konumu başta Erdoğan olmak üzere AKP merkezini huzursuz edecek noktaya gelince AKP dershane hamlesi ile Gülen cemaatin ana insan/kadro kaynağını kesti. Gülen Cemaati buna 17-25 tapeleri ile karşılık verince 2001 yılında toprağın üzerine bırakılan baltalar tekrar ele alınmış oldu.
İslami cenahın 15 Temmuz’la kendisini sermaye görünümleri
Gülen cemaati ile AKP arasındaki gerilimin finali, üzerindeki şüphelerin bugün bile giderilemediği girift ilişkileri noktalayan 15 Temmuz Darbe Girişimi oldu. 15 Temmuz aynı zamanda İslami sermayenin ancak devletle olan ilişkisine bağlı varoluşunun kanıtı olarak karşımızda durur.
İslami sermayenin sadece devletle olan ilişkisi sayesinde var olabildiğini söylemek elbette sermayenin kendi dinamiğini ve hareketini göz ardı etme riskini içeren eksik bir bakış olur. Çünkü İslami sermaye de sermayenin genel hareketine bağlıdır. Bu nedenle İslami sermaye, Türkiye’deki sermaye hareketinin her mevcut durumunu kullandığı gibi etkilenmektedir de. Örneğin ucuz emek, özellikle taşradaki İslami sermayenin can damarlarından biridir.15 Yazıda ağırlıklı olarak İslami sermayeyi genel sermaye hareketi yanında kategorik olarak farklı kılan noktalara işaret edilmiştir.
15 Temmuz sonrasında Gülen Cemaati’nin doğrudan sahibi olduğu veya üyelerinin sahipliğindeki 694 şirkete 2 yıllık OHAL döneminde TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) tarafından el konuldu. “TMSF’nin kayyım olarak görevlendirildiği 694 şirketin aktif büyüklüğü, Fon’a devir tarihleri itibarıyla 39,5 milyar lira iken, bu rakam 31 Mart 2024 itibarıyla yüzde 271 büyüme ile 146,5 milyar liraya, öz kaynak toplamı da yüzde 262 artışla 17,5 milyar liradan 63 milyar liraya ulaştı.”16 Anadolu Ajansı’nın bir paragrafa sığdırdığı bilgiler, 15 Temmuz sonrası el konulan sermayenin büyüklüğünü, bu sermaye aktarımı sonrasında da büyümeyi sürdürüp hangi niceliğe ulaştığını göstermesi açısından kayda değerdir.
15 Temmuz, AKP’nin yandaş İslami sermaye için muazzam bir sermaye aktarımının miladı olmuştur. Bu aktarım yukarıdaki haberdeki gibi sadece şirketler ile sınırlı değildir. Kapatılan medya kuruluşlarından derneklere vakıflara kadar milyarlarca liralık bir sermaye aktarımı söz konusudur. 15 Temmuz sonrası ağırlıklı olarak Gülen cemaati üzerinden gerçekleşen sermaye transferinde İslami cemaatler de AKP aracılığıyla devletle kurdukları ilişkilerin düzeyine göre paylarını aldılar.
İslami cemaatlerin devlet eliyle edindikleri ikinci sermaye kaynağı hem merkezi düzeyde de hem de yerel düzeyde kamu ihalelerine dayanmaktadır. İhaleler aracılığı ile kamu kaynakları sadece yandaş tabir edilen büyük sermayeye değil İslami cemaatlere de peşkeş çekilir oldu. 2016 yılında 15 Temmuz darbesinden sonra bile Troya Antik Kent Müzesi ihalesini Gülen cemaatinin aldığı iddiaları varken,17 2023 yılında kentsel dönüşüm ihalesinin arkasından İsmailağa cemaati çıkabiliyor.18
Kamu kaynaklarının İslami cemaatlere sınırsız aktarımı sadece akçeli ihalelerin peşkeş çekilmesi ile gerçekleşmiyor. Özellikle yerel yönetimlerin kanuni yetkilerinin genişliğinden dolayı belediyelere ait bina, büfe ve benzeri gayrimenkullerin İslami cemaatlerin vakıf ve derneklerine onlarca yıllığına kiralanması, elektrik ve su başta olmak üzere çeşitli giderlerinin karşılanması gibi ekonomik değeri olan destekler tabiri caizce sınırsızca verilmektedir.
Bakanlıklar, kamu üzerinden İslami cemaatlere sermaye aktarımı aracı arpalık alanlarının başında geliyor. Sağlık Bakanlığı’nın Menzilciler’de, Adalet Bakanlığı’nın Hak-Yolcular’da, Diyanet İşleri’nin İsmailağacılar’da olduğu dillendirilirken19 Yargıtay’ın, Emniyet’in, Jandarma’nın cemaatlerin cirit attığı alanlar haline geldiği artık bilinen ama resmi olarak dillendirilmeyen gerçekler.20 Bakanlıkların İslami cemaatlerce parsellenmesi sadece ihaleler yoluyla İslami cemaatlere sermaye akışı yanında genel olarak sermaye hareketine de müdahale edebilecek bir devlet gücüne sahip olduklarına işaret etmektedir.
İslami cemaatlerin son 40 yılı ama özellikle 2001 sonrası sermaye gelişimi, sadece sermayenin kendi doğasına bağlı bir gelişimle sınırlı değildir. 12 Eylül askeri faşist darbesi ile önü açılan İslami sermaye, 24 Ocak kararlarına bağlı olarak Türk sermayesinin girdiği yolda egemen sınıf lehine dinci gerici ideolojisini üretirken esas olarak kapitalizmin yasaları temelinde sermaye de üreten bir kesimidir. İdeolojik olarak en naif hali ile “kiminin duası, kiminin parası” diyen yolda İslami cemaatler bugün “bir para, bir dua” yoluna girmiş durumdadır.21
Sınıf mücadelesinin sertleşeceği koşullarda İslami cemaatler ileride işçi sınıfının karşısına sadece egemen sınıfın ideolojik aracı olarak değil bizatihi sermaye sahibi olarak çıkacaklardır. Bu nedenle İslami cemaatlere karşı yürütülecek mücadele, onun sermaye hallerini ve bu temelde kurulan ilişkilerini dışlayan, en dar haliyle Kemalist laiklik üzerinden değil tam tersine sermayeye bağlı varoluşlarını merkeze alan sınıf eksenli bir mücadele ile geriletebilirler.
***
1“İktidara yakın şirketlerden menzil tarikatına…”, Kısa Dalga Net, https://kisadalga.net/haber/detay/iktidara-yakin-sirketlerden-menzil-tarikatina-kadar-tesvik_82807
2“Tarikatların milyarlarla dolu kasası”, Evrensel Gazetesi, https://www.evrensel.net/haber/518133/tarikatlarin-milyarlarla-dolu-kasalari
3İsmailağa lideri öldü, Cübbeli Ahmet yeni emiri ilan etti, Artı https://artigercek.com/guncel/ismailaga-lideri-oldu-cubbeli-ahmet-yeni-emirini-ilan-etti-301847h
4“Eski AKP’li vekilden çağrı…”, Gazete Duvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/eski-ak-partili-vekilden-cagri-maaslari-zorla-geri-aliyorlar-sahtecilik-yapiyorlar-cemaatimize-operasyon-yapin-haber-1705916
5İslam Ansiklopedisi, Tevekkül maddesi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tevekkul
6Bir yüksek lisans tezindeki şu tespit, İslami cemaatlerin aynı zamanda nasıl bir sermaye boyunduruğu içerdiğini sergilemesi bakımından kayda değerdir: “Menzil grubunda bu işgücü grup içerisinden temin edilmekte, daha önce grup içerisinde gönüllü, ücretsiz ve grup üyesinin gündelik yaşamından arta kalan boş zaman etkinliği kapsamında işi ifa eden grup üyesi, tam zamanlı, ücretli olarak istihdam edilerek grup üyesinin profesyonelleşmesi sağlanmakta, grup üyeliği başka bir deyişle müritlik statüsüne çalışan veya işçi statüsü eklenmekte ancak statü farklılaşmasından ziyade statü çeşitlenmesi ortaya çıkmaktadır. Grup üyesinin aynı yapı içerisinde ücretli çalışan ve müritlik rollerini birlikte yürüttüğü, iki farklı çalışma motivasyonunu sentezlediği, dolayısıyla iş saati, iş tanımı ve görev çerçevesi daha esnek sınırlara sahip, normal ücretli çalışana göre daha fedakâr, ücretsiz çalışan grup üyesine göre daha disiplinli olarak hareket ettiği görülmektedir.” (Adem Karataş, Türkiye’de bir Nakşibendi grubunun dönüşümü: Menzil grubu örneği, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, 2019, abç)
7“İktidara yakın şirketlerden menzil tarikatına…”, Kısa Dalga Net, https://kisadalga.net/haber/detay/iktidara-yakin-sirketlerden-menzil-tarikatina-kadar-tesvik_82807
8“Tarikatların milyarlarla dolu kasası”, Evrensel Gazetesi, https://www.evrensel.net/haber/518133/tarikatlarin-milyarlarla-dolu-kasalari
9Yazının başlığının tersine tevekkül ve emek ilişkisi için Yasin Durak’ın “Emeğin Tevekkülü” (İletişim Yayınları, 2014) çalışması kayda değer bir çalışmadır. Durak çalışmasında, İslami kesimin emek-sermaye ilişkisinde emek üzerine kurduğu ve emek cephesinin de benimsediği kültürel hegemonya üzerinde durmuştur.
10Elbette burada kast edilen sermayenin bir var oluş olarak kendi hareketinden bahsedilmemektedir. Söz konusu olan sermayenin bir ulus, kültür, bölge vb. içinde ortaya çıkışı ve bahsi geçen bölgenin tarihsel ve güncel iç dinamikleridir.
11Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ötüken Yayınları , sf.15-42 ( Latin harfleri ile), 75-100 ( günümüz Türkçesi ile)
12Akçura’nın makalesinde ele aldığı Osmanlıcılık tarihsel olarak miadını doldurduğu için bugünün AKP Türkiyesi’nde devlet eliyle uygulanmak istense bile gerçeklikte en fazla nostalji tadındadır. Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde Suriye’nin işgali ideolojik olarak Osmanlıcılığın hortlatılması gibi kurgulansa da gerçeklikte 36 km’lik derinliğe inmek için bile ABD ve Rusya emperyalizminden alınan icazet sınırları içinde hayata geçirebiliyor ancak. Nerede kaldı Osmanlıcılık nerede kaldı halifelik ?!
13İslamcı cenahın “abilerinin” 12 Eylül dönemine dair mağduriyet anıları sınırlıdır. 12 Eylül faşizminin darbe için bahane ettiği 6 Eylül 1980 Konya mitinginden dolayı -1983 yılında beraat ettiği davadan dolayı- Erbakan’ın 1 yıl kadar süren cezaevi süreci dışında, Erbakan’a yıllar sonra isyan ederek AKP’nin kurucularından olan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kendi ifadesi ile “kendisine çok nazik davranıldığı” 15 günlük bir gözaltı süresi vardır. 12 Eylül silindiri İslami cenaha neredeyse hiç uğramadı dense yeridir.
14Matiullah Andıal, “Anadolu’da İslami Sermayenin Gelişimi ve Örgütsel Yapısı”, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, sf.46-47, 2019.
15Örneğin Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın yürüttüğü “taban maaş” mücadelesinin önündeki en önemli set, cemaatlerin adamı olduğu bilinen Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’dir. Özellikle taşrada okuldan kurslara kadar pek çok eğitim kurumuna sahip İslami cemaatler için taban maaş, öğretmenlerin ucuz emekle çalıştırılmaları olanağını sınırlayacaktır.
16“15 Temmuz darbe girişimi TMSF’ye devredilen…”, Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/15-temmuz-darbe-girisimi/tmsfye-devredilen-sirketlerden-94unun-mulkiyeti-hazineye-gecti/3274894
17“Troya Müzesi ihalesi cemaate mi aktarıldı”, Evrensel Gazetesi, https://www.evrensel.net/haber/292967/troya-muzesi-ihalesi-cemaate-mi-aktarildi
18“Kentsel dönüşüm ihalesinde İsmailağa cemaati çıktı”, Kısa Dalga, https://kisadalga.net/haber/detay/b-1_72067
19İsmail Saymaz: Bakanlık bürokrasisi Menzilcilerle dolduruldu, ihaleler Menzilci şirketlere verildi, Birgün Gazetesi, https://www.birgun.net/haber/ismail-saymaz-bakanlik-burokrasisi-menzil-cilerle-dolduruldu-ihaleler-menzil-ci-sirketlere-verildi-318649
20“Yargıtay üyesi yargıda her tarikatın Whatsapp grubu var”, Artı Gerçek,, https://artigercek.com/guncel/yargitay-uyesi-yargida-her-tarikatin-whatsapp-grubu-var-haremlik-selamlik-182759h
21Cübbeli Ahmet’in 2019 yılında 200 liraya “yanmaz kefen” satması bu durumun en trajikomik hikayelerinden birisidir. İslami cenahtan dahi yükselen tepkiler üzerine Cübbeli geri adım atmış olsa da “yanmaz kefen” satışının olduğunu itiraf etmişti. “Cübbeli Ahmet Hoca’dan yanmaz kefen açıklaması”, Yeni Akit, https://www.yeniakit.com.tr/haber/cubbeli-ahmet-hocadan-yanmaz-kefen-aciklamasi-829330.html