Kadınlara Değil Katillere Barikat!



İktidarın itinayla uyguladığı cezasızlık politikaları, Semih Çelik’in elinde bıçağa, Ebru Öcal’ı katleden Cihan Karaman’ın elinde silaha dönüşüyor. Ya da koca bir köyün sessizliğinde Narin’i hayattan koparan el oluyor


Eylül Gökçin

Her geçen gün artan erkek şiddeti tıpkı sarmal bir yay gibi hayatın her alanına yayılıyor. Öyle ki Semih Çelik adlı erkek güpegündüz yarım saat arayla Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner’i vahşice yaşamdan koparabiliyor. Başka bir kadın gecenin karanlığından da yararlanmak isteyen iki erkek tarafından sokak ortasında cinsel saldırıya uğruyor. Faillerin dosyalar dolusu suç kayıtları olmasına rağmen serbest bırakıldıkları anlaşılıyor.

Kadınlar vahşice katledilirken, sokaklarda tacize uğrarken iktidarın erkek borazanları kameralar karşısına geçip hiç utanmadan “Parçalanan bu kızcağız İslam hassasiyetiyle yetiştirilmiş olsaydı kendisine namahrem olan bu katille hiç tanışmayacaktı bile ve şu an hayataydı” deme cüretini gösterebiliyor. Pr. Dr. ünvanlı bu şaklaban söylediği her sözle katil erkeği değil katledilen kadını suçluyor. Açıkça, istediği gibi giyinen, istediği gibi yaşayan kadınlar katledilmeli diyor.

Kadınları katleden, taciz eden kadınların yaşamı üzerinden söz kuran bu erkekler bu cesareti cezasızlık politikalarından alıyor. İktidarın söylem ve uygulamaları erkek şiddetini derinleştirmekle kalmıyor şiddeti boyutlandırıp meşrulaştırıyor. İktidarın itinayla uyguladığı cezasızlık politikaları, Semih Çelik’in elinde bıçağa, Ebru Öcal’ı katleden Cihan Karaman’ın elinde silaha dönüşüyor. Ya da koca bir köyün sessizliğinde Narin’i hayattan koparan el oluyor. İktidarın yandaş gazeteleri ve kalemşörleri “uyuşturucu bağımlısıydı, psikolojik sorunları vardı…” diyerek erkek şiddetine, kadın katliamlarına bahane bulmakta gecikmiyor.

Kadınların ne giyeceğine, hangi saatte nerede olması gerektiğine, kaç çocuk yapacağına, kahkahasına, etek boyuna karar verme yetkisini kendinde gören bu cinsiyetçi siyasal dil, kadın katliamlarının önünü açmakla kalmıyor, kadınları dört duvar arasına hapsetmeye giden yolun taşlarını inceden inceye döşüyor. Aile odaklı politikalar vasıtası ve iktidarın “en yetkili” ağzından çıkan “Anneliği reddeden kadın eksiktir”, “Kadının asli görevi anneliktir” gibi söylemlerle kadının toplumsal rolünü sadece anneliğe indirgiyor. İktidar işi bir adım daha ileri götürerek Sağlık Bakanlığına hazırlattığı kamu spotunda kadınların vajinal doğum yapmasını başarılı, sezaryen ile doğum yapmasını başarısız ilan ediyor. Doğal olan normal doğum diyerek kadınların bedeni üzerinde tahakküm kurmaya çalışıyor. Kendine dayatılmaya çalışılan makbul kadın rolünü reddeden kadınları ise hedef tahtasına oturtuyor. Böylelikle erkekler “yetkili ağızlardan” aldıkları cesaretle evde, işte, sokakta korkusuzca kadınları katlediyor.

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu gibi yasal dayanaklar ya ortadan kaldırılıyor ya da kağıt üstünde bırakılıp uygulanmıyor. Yani baba, koca, devlet eliyle şiddet dört bir yandan kadınların hayatını kuşatıyor.

Tam da bu noktada hayatın diyalektiği devreye giriyor. Kadınlar yaşamlarını kuşatan tüm bu söylem ve politikalara, ardı ardına gelen kadın katliamlarına, ötekileştirmeye, yoksullaştırılmaya karşı dört bir yandan ses veriyor. Liselerde, üniversite kampüslerinde, sokaklarda, meydanlarda önlerine kurulan barikatlara yükleniyor. Kolluk güçlerinin gözlerinin içine korkusuzca bakarak “Kadınlara değil, katillere barikat” diye haykırıyor. Ellerini birbirine kenetleyerek omuz omuza direniyor. Yaşamın tam ortasından ses vererek “Katledenden, koruyandan, aklayandan hesap soracağız! İstanbul Sözleşmesini geri alacağız!” diyor.

Ayrıca Kontrol Et

Ekim Devrimi’nden Geleceğe Sosyalist Ekolojik Perspektif

Bugünden geriye doğru baktığımızda Sovyet sosyalizminin başka konularda olduğu gibi bu konuda da ciddi açmazlarla karşılaştığını, yaşanılan sıkışmayı, daha çok bu nesnelliklerin basıncıyla bırakılan boşlukları, sergilenen kimi darlık ve tek yanlılıkları daha net olarak görebiliyoruz. Bunlar su götürmez birer gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor. Fakat her kim bu konuda da Sovyet pratiğini olumsuz sonuçları ilerleyen yıllarda karşımıza çıkan bu tek yanlı düşüncesiz adımlara indirgerse -niyetinden bağımsız olarak- her şeyden önce dürüst ve adil davranmış olmaz