Zeynep Yıldırım
Yaman adamdı bu dilenci.
İnsanların işten dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu.” [Yusuf Atılgan, Aylak Adam]
Ama huzur, artık o kadar ucuz değil. Zira, pazardaki potansiyeli keşfeden şebekeler, kitlesel huzur tedariki için dilenciler işe koştu. Bu yeni nesil dilenciler sadece dilenmiyor, aynı zamanda bir performans sergiliyordu. Paramparça olmuş cam baskülünün yanında ağlayan tartıcı çocuk, yerlere saçılan simitlerini toplayan ak sakallı simitçi ve dahası… Kandırıldığımızı anladığımızda da bir huzur imkânından olmuştuk. Ama huzur talebimiz sürüyordu. Oysa inanç yoksa, huzur da yoktu. Tıpkı eski zaman dilencileri gibi, ucuza huzur için inanılacak bir şey lazımdı. Modern zamanlarda ve modern insan tarafından, içtenlikle inanılacak bir şey… Veya kandırıldığımızı anlayamayacak kadar ‘bilimsel’!
Bir huzur imkanı olarak sürdürülebilirlik
Oxford İngilizce Sözlüğü’nde “Bir sürecin veya girişimin doğal kaynakların uzun vadede tükenmesinden kaçınılarak sürdürülebilme ve çevreye zarar vermeyecek şekilde kullanılabilme derecesi” olarak tanımlanan sürdürülebilirlik, iklim değişikliği ve çevresel sorunlara duyarlı hemen herkesin önemsediği bir kavram. Bu herkesin içinde, tüketiciler de var. Ve duyarlılıkları, pazarda ne zamandır görmezden gelinemeyecek bir talep yaratıyor. Çevreye duyarlı tüketiciler, ‘çevre dostu’ ürünler talep ediyor ve bunun için giderek daha fazlasını ödemeye hazırlar.
Yükselen çevresel duyarlılığa bir yanıt olarak, ürünlerin veya üretim süreçlerinin gerçekten sürdürülebilir olup olmaması bir yana, satılabilen bir iddia olarak sürdürülebilirlik çoktandır pazarda. Giyimden kozmetiğe, su şişelerinden mobilya ve elektroniğe kadar akla gelebilecek hemen her şey artık “sürdürülebilir” etiketiyle pazarlanıyor. Ve satın alınabilecek her şeyin, pazarda “sürdürülebilir” bir karşılığı bulunuyor.
‘Karbon ayak izi’ kavramının arkasından petrol devi çıktı
Hatırlanacaktır; belirli bir süreç dahilinde, atmosfere salınan toplam sera gazı miktarı şeklinde tanımlanan karbon ayak izi kavramının arkasından bir petrol devi çıkmıştı. Ve kökeninde, halkla ilişkiler profesyonellerine sipariş edildiği üzere iklim değişikliğine petrol endüstrisinin değil fakat bireylerin neden olduğunu kanıtlamak vardı. Çevreye verilen zararın bireysel bir ölçüsü olan ve sorumluluğu temelde bireye aktaran bu kavramı, doğaldır, en çok da petrol şirketleri sahiplenmişti.
Benzer şekilde, sürdürülebilirlik kavramı da günümüzde onu en çok tehdit eden endüstriler tarafından sahipleniliyor. Bunlardan biri, moda endüstrisi. Okyanuslarda atık kıyafet adalarına, çöllerde kumaştan dağlara neden olan moda devleri, tüketicilerinin sürdürülebilirlik talebini yakından takip ediyor. Ve çevreye duyarlı, çevre için daha fazlasını ödemeye hazır tüketiciler için paralel pazarlar yaratıyor.
Bir yandan sürekli değişen ve çok çabuk eskiyen trendlere uyum sağlamak için her gün, çoğu Afrika ve Asya’nın ‘gözden uzak’ çöplüklerinde son bulacak yeni modeller çıkarırken diğer yandan aynı ürünleri ‘sürdürülebilir’, ‘döngüsel’, ‘adil üretim’, ‘çevre dostu’, ‘sıfır atık’ veya ‘karbon nötr’ gibi teknik görünümlü etiketlerle bu paralel pazarlarda yeniden pazarlıyor. Pazarda değilse paralel pazarlarda, alışveriş tamamlanıyor. Ve bir alışveriş etkinliğiyle, gezegen ‘korunmuş’ oluyor.
Peki, tüketicinin basit bir tüketici olmaktan çıktığı, fakat tüketerek gezegeni koruduğu bu sürdürülebilirlik ekonomisi gezegeni ne kadar koruyor? Korumuyorsa, ne işe yarıyor?
Moda ve sürdürülebilirlik: Çöp toplama alanları ve yakma fırınları her yıl 40 milyon ton atık kıyafetle doluyor
Moda endüstrisi ve özellikle de hızlı moda, kaynakları tüketme kapasitesiyle olduğu kadar, ürettiği atıkla da ünlüdür. Daha önceki bir yazı serisinde ayrıntılarıyla değinilmişti. Kısaca özetlenirse, hızlı moda, sentetik kumaşlar gibi düşük kaliteli malzemelerin kullanıldığı ve sürekli değişen modellerin ucuza, yüksek kapasitelerde ve hızla üretildiği bir iş modelidir. Modellerin eskime hızı gereği, kalıcılık ve dayanıklılık değil, fakat çeşitlilik, ucuzluk ve hız esastır.
Güncel rakamlarla, sektörde her yıl 100 milyardan fazla giysi üretiliyor. Bunun önemli bir kısmı, tüketiciye hiç ulaşmıyor. Yüzde 65’i, 12 ay içinde yakılıyor. Veya çöplüklere gömülüyor. Çöp depolama alanları ve yakma fırınları, her yıl 40 milyon ton atık kıyafetle doluyor.
Oysa tüketiciler, gitgide daha fazla çevresel duyarlılık talep ediyor. Moda arama motoru Lyst’e göre, örneğin, sürdürülebilirlikle ilgili aramalarda 2019 yılında bir önceki yıla kıyasla yüzde 75’lik bir artış görülmüş. Ve eğilim, artarak sürüyor.
“Almazsan çöpe gidecek!”
Giysileri neredeyse tek kullanımlık ambalajlara dönüştüren küresel hızlı moda markaları, öte yandan, bu duyarlılıkta birpotansiyel görmekte gecikmiyor. Ve kendilerinin neden olduğu küresel tekstil atığı krizi için, duyarlı tüketicilerine, geri dönüşüm planları vaat ediyor. Endüstrinin neden olduğu problemlere yine endüstri içi bir mantıkla yaklaşan ve sonuçta her biri ancak yeni bir iş modeli olarak tasarlanan geri dönüşüm, geri alma, yeniden satış, kiralama ve onarım gibi faaliyetlere dayalı bu planlar, paralel pazarlar olarak sistemde karşılığını buluyor. Dahası, bu paralel pazarlarda üretim maliyetleri aynı kalırken satış fiyatları yükselebiliyor. Satış fiyatı yükselmese de, kârlılık genellikle yüksek oluyor. Çünkü ‘atıklarından’ ucuz yollu kurtulmak isteyen markaların ‘bağışlamasıyla’, ürünlerin bu pazarlardaki maliyeti sıfır veya sıfıra yakın oluyor. Pahalı veya çöpe gidecek bir ürün için pahalı, ama satıyor. Zira, tıpkı bireyleri banyoya kadar takip edip sıcak su kullanımına göz diken karbon ayak izi projesinde olduğu gibi, küresel moda devlerinin neden olduğu atık krizinin sorumluluğunun “Almazsan, çöpe gidecek!” şeklinde bireyselleştirilmesiyle, satılan artık bir tişört olmaktan çıkıyor. Fakat bireysel kurtuluş oluyor!
Peki, ancak kurtararak çöpe gitmekten kurtulan bu kıyafetler, atık kıyafet dağlarının yanında ne kadar bir yer tutuyor?
Londra’da geri dönüşüm kutusuna bıraktığınız bir etek, Mali’deki bir çöplükten çıkar
Hızlı modanın ‘geri dönüşüm’ miti: En yaygın ve belki de akla en doğal gelen geri dönüşüm çözümlerinden biri, kullanılmayan kıyafetlerin bağışlanması. Mağazaların geri alma kutuları veya belediyelerin geri dönüşüm istasyonlarına bırakılan kıyafetlerin, yardım kuruluşlarının ikinci el mağazalarında iyi bir amaç için satılması veya yeni kıyafetlere dönüştürülmesi, sürdürülebilir bir çözüm gibi görünür.
Oysa, toplandığı pazarda kıyafetlerin ancak yüzde 10-30’u yeniden satılır/kullanılır. Moda markaları tarafından, geri dönüşüm adına toplanan kıyafetlerin geri kalanı, Asya veya Afrika’nın gelişmekte olan ülkelerine gönderilir. Bu ise, bir geri dönüşüm planı olarak pazarlanır. Oysa bu geri dönüşüm, atık kıyafetleri gözden uzak ülkelere ‘geri göndermekten’ ibarettir. Bir markanın geri alma planı kapsamında Londra’daki bir mağazasına bırakılan bir etek, örneğin, Mali’deki bir çöplükten çıkar.
Tek başına ABD yılda 450 bin ton kullanılmış kıyafeti başka ülkelere gönderiyor. Afrika, küresel ikinci el kıyafetlerin yüzde 70’ini alıyor. Gana’nın en büyük ikinci el pazarı olan Kantamanto’ya, örneğin, her hafta yüzde 40’ı baştan kullanılamaz durumda olan 15 milyon ürün boşaltılıyor. Ve kullanılamayanlar, dosdoğru Gine Körfezi’ndeki gibi ‘açık çöplüklere’ gidiyor. Veya Accra’nın gecekondu mahallelerinde yakılıyor.
Kenya’da da durum benzer. Sadece 2019 yılında, 55-74 bin tonu atık olmak üzere, ülke 185 bin ton ikinci el giysi ithal etmiş. Ve günlük 60-75 kamyon tekstil atığı Dandora gibi açık çöplüklere dökülmüş. Daha önceki bir yazıda da bahsedilmişti. Dünyanın en hızlı büyüyen atık giysi çöplüklerinden biri de Şili’deki Atacama Çölü’nde bulunuyor. Her yıl Iquique limanına indirilen 59 bin ton giysinin, işe yaramayan 39 bin tonu Atacama Çölü’ne yığılıyor.
Özetle, bağışlanan veya geri dönüşüm amacıyla geri alınan ürünlerin çoğu, yoksul ülkelerdeki çöplüklerde son buluyor. Geri dönüşüm, bir geri dönüş olarak tamamlanıyor. Ve kıyafetler, onları üreten veya satın alamayacak kadar yoksul ülkelere, atık olarak geri dönüyor. Buna karşın, gitgide daha fazla sayıdaki moda markası, mağazalarına geri alım/geri dönüşüm kutuları koyuyor. Zira, hızlı ve ucuz olmak yetmez. Fakat kesintisiz bir talep/tüketim için, tüketicinin çevresel kaygıları da giderilmelidir. Markalar kutular koyarak, üzerlerine düşeni yapıyor. Ve yenilerini alabilmek için dolaplarındaki fazlalıklardan kurtulmak isteyen tüketici, ‘işten eve dönerken’ bu fazlalıklarıyla birlikte, tüketirken duyduğu kaygıyı da bu kutulara atıyor. Artık herkes rahattır. Ve tıpkı ölülerin nereye gittiğini bilen çocuklar gibi, tüketici kutuya attığı bu kıyafetlerin ‘cennete gittiğinden’ emindir!
Asya’daki tekstil geri dönüşüm tesisleri
Dünyanın atık giysi başkenti olarak bilinen Panipat, tekstil geri dönüşüm sektöründe, küresel merkezlerden biri. Dünyanın dört bir yanındaki gelişmiş ülkelerden her gün yüzlerce ton tekstil ürünü Hindistan’ın liman kenti Kandla’dan Panipat’a gelir. Cadde markalarından lüks markalara kadar, hayır kurumlarına bağışlanan kıyafetlerin çoğu burada son bulur.
“Yıkamaktansa atmak onlar için daha ucuz olmalı…”
O kadar çoktur ki, kıyafetlerin fermuarlarını, düğmelerini ve etiketlerini çıkaran ve renklerine göre ayıran kadın işçiler, şehirlerine akan bu kıyafet yığınlarına anlam vermekte zorlanır.
Discovery Channel dışında Batı kültürüne aşina değillerdir. Ama Batı’da suyun pahalı olduğunu duymuşlardır. Gerisini, hayal güçleri tamamlar. Ve insanların çamaşır yıkamaya güçlerinin yetmediği sonucuna varırlar. “Yıkamaktansa atmak, ?onlar için daha ucuz olmalı…” Yoksa bu kadar kıyafeti, kim neden atar?
Yırtık, kullanılmış veya hiç giyilmemiş olabilen giysiler, günün sekiz dokuz saatini giysi yığınlarının içinde geçiren bu kadınlar tarafından sınıflandırılır. Ve renklerine göre ayrılan kıyafetler, ipliğe dönüştürülür. Ama bu, kalitesiz bir ipliktir. Ondan dokunan kumaş da kalitesizdir. Ve bu kalitesiz kumaşla, çoğunlukla ancak kasırga veya deprem gibi doğal afetlerde dağıtılan battaniyelerden yapılır. Atık giysi dağlarını eritmek için, kuşkusuz bu da iyidir. 2010’larda zirve yaptığında, geri dönüştürülmüş kıyafetlerden üretilen battaniyeler, yardım battaniyesi pazarının yüzde 90’ına erişmişti. Ve afetler için değilse, yoksullar için ucuz battaniye olarak satılıyordu. Geri dönüşüm tamamlanıyor ve kıyafetler, onları üreten işçilere, ucuz battaniye olarak geri dönüyordu.
Afet battaniyesi veya değil, ama atık giysi dağlarından bu şekilde kurtulmak, yine de hikâyeyi ‘sürdürülebilir’ bir sonla bitirebilirdi. Oysa, devamı vardı. İlerleyen yıllarda Çin’in afet battaniyelerini daha ucuza üretmeye başlamasıyla, geri dönüştürülmüş battaniyeler devre dışı kaldı. Bunun için Çin’i suçlamak kolaydır. Ki bu, mağazalarına geri alım kutusu koymayan markaları suçlamakla eşdeğerdir.
Akla, Robert Owen’ın ütopik sosyalist köyü New Lanark gelir. Baştan yarattığı köyü ve köydeki fabrikasını sosyalist bir anlayışla kuran, üretilen artı değerin önemli bir kısmını işçilere ve işçilerin sağlık, eğitim ve konut gibi ihtiyaçlarına harcayan Owen’ın New Lanark’ının tek başına ne kadar yaşama şansı vardıysa, moda endüstrisinin yarattığı atık krizine, yine endüstri içi çözüm önerilerinin de o kadar şansı var gibi görünür!
Geri dönüşüme geri dönersek, tekstil ürünlerini dönüştürmek zordur. Dünya çapında, tekstil atıklarının yalnızca yüzde 12’si geri dönüştürülür. Çoğunluğu, yalıtım veya yatak dolgusu gibi düşük kalite ürünler için kullanılır. Ve ancak yüzde 1’inden azı, yeni giysilere dönüşür.
Tekstil ürünlerini geri dönüştürmek neden zordur?
Bu zorluk, temelde kumaşların bileşimlerinden kaynaklanır. Genellikle kumaşlar pamuk, ipek ve yün gibi doğal lifler ile polyester, naylon ve akrilik gibi sentetiklerin karışımından oluşur. Ve hammadde olarak yeniden kullanılabilmeleri için, bu bileşenlerin birbirlerinden ayrılmaları gerekir. Oysa, doğal ve sentetik liflerin birbirinden ayrılması zordur. Süreç, zaman alıcı ve maliyetlidir. Bu nedenle, karışık kumaşlar ve özellikle de kimyasal olarak işlenmiş tekstiller geri dönüşüme uygun değildir.
Yüzde 100 pamuk veya yüzde 100 polyester gibi tek bir bileşene dayalı tekstiller ise daha kolay geri dönüştürülür. Ama geri dönüşen malzemenin kalitesi düşüktür. Pamuğun, örneğin, geri dönüşüm sürecinde kalitesi o kadar düşer ki, yeniden kullanılabilmesi için başka malzemelerle dokunması gerekir. Ki bu da karma kumaş sorununu geri getirir.
Geri dönüşüm sürecinde parçalanmadan önce, öte yandan, kıyafetlerin üzerindeki bütün düğmeler, fermuarlar, boncuk ve aksesuarlar çıkarılmalıdır. Bu ise, manuel iş gücü demektir. Ve maliyetlidir. Geri dönüştürmektense ürünü yok etmek, bu nedenle genellikle daha ucuzdur.
Geri dönüşümün önündeki tek engel, sadece sürecin maliyeti de değildir. Sürecin gerektirdiği parçalama, eritme, ayrıştırma gibi işlemlerin neden olduğu çevresel yük, geri dönüşüm idealini geçersiz kılabilir. Pamuklu kot pantolonlar üzerinde yapılan yakın tarihli bir yaşam döngüsü analizinde, örneğin, yeni bir pantolon alıp eskisini atmanın iklim değişikliği üzerindeki etkisinin, atık pantolonları yeni bir çifte dönüştürmekle benzer olduğu hesaplanır.