Serhat Tuna
Erdoğan’ın son açıklamaları, iktidarın Kürt meselesinde “muhatabı” olanı seçerek halkın öfkesini milliyetçi hamasetle yatıştırırken sermaye kesimlerine güvence verdiğini gösteriyor. Bir yandan “Türk’ün olduğu kadar Kürt’ün de Cumhuriyeti” söylemine sarılıp halkta aidiyet hissi uyandırmaya çalışırken burjuvazinin taleplerini “makul” ilan ederek onlara da açık seçik, ‘siz kaygılanmayın, arkanızdayım’ diyor: “Önümüzdeki süreci piyasa aktörleri ve ihracatçılarımızla yakın istişare içinde yöneteceğiz. İş dünyamızdan gelen makul talepleri karşılamak görevimiz.” Cumhuriyet’in 101. yıldönümünü “milli birlik” vurgusuyla sahiplenirken, “tarihe not düşen” Bahçeli’nin sırtını sıvazlamayı da ihmal etmiyor: “Bahçeli’nin, MHP’nin elini değil vücudunu taşına altına koymasıyla büyük fırsat yakalandı.”
Esenyurt’taki gözaltı ve belediye baskınına dair muhalefeti hedef alan söylem, Erdoğan’ın “terör baronları” tanımı üzerinden kendini yeniden kurguluyor. Toplumsal muhalefetin Kürt siyasetiyle yakınlaşmasını engellemek için “terör” vurgusuyla çerçevelenen bu strateji, Esenyurt örneğinde görüldüğü gibi, seçilmiş belediyelere yönelik baskı politikasını sürdürüyor. Erdoğan’ın bu hamleleri, devletin Kürt halkına “mutlak teslimiyet” mesajı verirken, Esenyurt ve benzeri sembollerle siyasi alanı daraltmayı hedeflediğini ortaya koyuyor.
Erdoğan’ın sermayeye “genel hedeflere sadakatle” hareket etme vaadi, iktidarın içeride milliyetçi kitleyi yatıştırıp ekonomik krizin faturasını halka yıkma girişimini gizleyen bir strateji. Sermaye için “makul talepler” peşinde koşup halka milliyetçi hamaset yemleri atarken, toplumsal muhalefetin, Kürt halkının ve emekçi kesimlerin taleplerininin baskılanmasının hedeflendiği çok açıktır.
Bu çerçevede, iktidarın Kürtsüz bir “çözüm süreci”ni yeni bir “milli birlik” hikayesi olarak kurgulaması halkı baskılama ve muhalefeti sınırlandırma çabasıyla birleşik ilerliyor.
Bahçeli’nin “Barış Güvercini” Rolü ve İktidarın Kürt Politikası
Erdoğan, Bahçeli’nin “cesur” çıkışını ve tarihî bir yön çizdiğini belirterek MHP’nin desteğiyle Kürt sorunu üzerindeki manipülatif stratejiyi genişletme peşinde. Burada “muhatap” olarak Kürt halkı seçilmiş gibi görünse de asıl amaç Kürt halkını öncüsüz-örgütsüz-şekilsiz bir yığın olarak tanımlayıp muhatap sorununu belirsizleştirmek, bu arada Bahçeli’nin milliyetçi tabanına dönük hamaset diliyle onu iç bir tehdit olarak göstermek. Bu tutumun odağında, iktidarın Kürt sorununu “terör” sorunu olarak gören geleneksel inkar siyasetinde ısrar edeceğini göstermenin altını çizmek kadar Kürt siyasi hareketine gözdağı vermek de var. Böylelikle, iç kamuoyunda ulusal bir birlik havası yaratılıyor; ancak bu birlik, Kürt halkının taleplerine karşı büyük bir kayıtsızlık içeriyor.
Esenyurt Gözaltıları ve İktidarın “Milli Güvenlik” Kurgusu
Esenyurt’ta seçilmiş belediye başkanının gözaltına alınması, Erdoğan’ın Kürt siyasetine yönelik siyasi soykırım politikasını sürdürme niyetinin açık bir göstergesidir. Esenyurt’un iktidarın Kürt hareketinin “Türkiyeleşme” stratejisini baltalamak ve Kürt siyasetiyle dayanışma içinde olan muhalefet partilerini terörle ilişkilendirmek için seçtiği sembolik bir örnek olarak seçildiği ortada. Bunun arkasının geleceğini de MHP’li İsmet Ataman’ın Akdeniz ve Toroslar Belediyeleriyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni hedef olarak göstermesi haber veriyor. Erdoğan Esenyurt’u “terörün kasıp kavurduğu” bir alan olarak tanımlıyor. Bu aslında Esenyurt halkını toptan kriminalize eden hastalıklı bir bakış açısıdır. Esenyurt’ta devletin değil halkın can ve mal güvenliğini tehdit eden bir güvenlik sorunu varsa İstanbul’un, hatta Türkiye’nin neresi bugün bundan azadedir?!. Diyelim ki Esenyurt’ta görece daha fazla güvenlik sorunu yaşanıyor, bunun sorumlusu ve muhatabı belediye değildir ki!… Bu konuda birilerinden hesap sormak gerekiyorsa hesap halkın seçtiği belediye başkanından değil Esenyurt ve İstanbul’un polis ve jandarmasından sorulmalıdır!
Bu söylem, iktidarın halkın gerçek sorunlarını gölgeleyerek toplumu bölmeyi amaçlayan bir araç olarak devreye sokuluyor. Böylelikle, toplumsal muhalefetin ve Kürt halkının talepleri bastırılmakta, iktidarın ise milliyetçi hamasetle kendine meşruiyet yaratma çabası devam etmekte. Bu noktada, Esenyurt örneği, Kürt halkının ulusal kimliğini ve siyasetini “terör” kavramı etrafında kurgulayan devlet politikalarının alışılmış devamıdır.
“Yeni Osmanlı” Oyunu: İktidarın İç ve Dış Politika Dengesi
Erdoğan’ın Tataristan dönüşünde sermayeye yönelik “makul taleplerin karşılanacağı” sözü ve piyasa aktörleriyle “yakın istişare” içinde olunacağı ifadesi, iktidarın ekonomide sıkışan sermaye kesimlerini yatıştırma çabasından başka bir şey değildir. “Genel hedeflere sadakat” olarak ifade edilen bu politikalar, sermaye sınıfının çıkarlarını koruma amacıyla genişletilirken, emekçi halk ise hamasi söylemlerle oyalanıyor. Bu politikalarla, içeride milliyetçi bir söylemle toplumsal muhalefetin bastırılmasını sağlamak istenirken sermaye çevreleri için rant, teşvik ve yağma olanaklarını genişletmeyi elbette başa yazıyor.
Erdoğan’ın Bahçeli ile kurduğu ittifak, dış politikada da Osmanlıcılık izlenimini pekiştiren bir denge politikasıyla destekleniyor. İktidar, dış politikadaki “yeni Osmanlı” oyunlarıyla içerideki ekonomik krizi gizlemeye ve ulusal bir coşku yaratmaya çalışıyor. Ancak bu coşku, esasında Türkiye’nin işsizlik, yoksulluk ve emek sömürüsü sorunlarını örtbas etme aracı olarak işlev görüyor. Erdoğan’ın, Cumhuriyet’in kuruluşundan önceki Osmanlı tarihî derinliği vurgulayan açıklamaları, aynı zamanda Osmanlı mirası üzerinden yayılmacı bir politika anlayışını da destekliyor.
Engerekler ve çıyanlar…
Erdoğan’ın son grup toplantısında Ahmet Arif’in “Adiloş Bebe” şiirinden alıntı yapması, iktidarın hamaseti hangi boyutlara taşıdığına dair çarpıcı bir örnek. Ahmet Arif’in şiirinde bahsedilen “engerekler ve çıyanlar” halkın ekmeğine göz koyanlardır yani burjuvazidir, sömürücü sınıflardır, onların temsilcisi iktidarlardır!
O dizeler meşru hakları ve özgürlükleri için mücadele eden halkları ve emekçileri değil tam da Erdoğan ve onun temsil ettiği haramileri hedef alır, onların alçaklığını anlatır.
Faşist blokun milliyetçi ve hamasi söylemlerle toplumu manipüle etmesi, halkın taleplerini gözardı ederek yalnızca sermaye çevrelerinin taleplerini karşılaması, kendi karakterlerinin varlıklarının bir yansımasıdır. Bu bağlamda, Erdoğan “muhatap” olarak yalnızca kendi belirlediği işbirlikçi Kürt bireyleri kabul etmesinin onun varlık nedeni olan, halkın taleplerini bastırarak iktidarını meşrulaştırma çabasından başka bir şey değildir!