H. Selim Açan
“Bir tartışma sırasında kızdığımız anda gerçek için uğraşmayı bırakır kendimiz için uğraşmaya başlarız” der Goethe.
Marksist Teori dergisi yazarlarından İbrahim Çiçek’in Alınteri-Devrimci Proletarya ile polemik merakının ikide bir depreşmesi Goethe’nin bu sözünü çağrıştırdı.
İ. Çiçek bir süredir duruyor duruyor aylar önce yayınlanmış yazılarımızdan birini bahane ederek bize kılıç sallıyor. Yazdıkları, içinde bulunduğumuz her açıdan kritik dönemin sorun ve ihtiyaçlarına dair geliştirici, zenginleştirici, en azından üzerinde durup düşünmeye değer fikri bir derinlik taşısa gam yemeyeceğim. Hatta hoşnut olup keyifli bir polemik yürüteceğim. Gel gör ki o bizi sürekli kısır bir alanda sidik yarıştırmaya davet edip duruyor. Belli ki onun gündemi farklı, dert edindiği konular farklı, aylar hatta yıllar öncesinden bir kenara kaydettiği dosyaları açıp bizimle uğraşmayı iş edinecek kadar da bol vakti var.
Lakin bu bize hiç mi hiç uymuyor. Sadece ben değil yoldaşlarım da polemik bahanesi yaptığı konulara ve yazdıklarına bakınca “Başka işimiz kalmadı mı” diye soruyoruz birbirimize. “Dünya nereye gidiyor, bölge ve Türkiye nereye gidiyor, İbrahim Çiçek bizi hâlâ hangi konularda nasıl bir düelloya davet ediyor?..” şaşkınlığını yaşıyoruz. Bu arada İ. Çiçek somutunda tanık olduğumuz siyaset tarzını, süreçle ilişkileniş biçimini ve dert edilen meseleleri, olgu ve süreçlerin yorumlanışında kullanılan ölçüleri, sergilenen mantığı gördükçe Türkiye devrimci hareketinin mevcut hali ve gidişine dair duyduğumuz kaygılar büyüyor.
Çiçek’in ayranı dediğim gibi durup durup kabarıyor. İlk olarak, 24 Şubat 2024 tarihinde Alınteri sitesinde yayınladığımız Devrimci Bir Odak İhtiyacı başlığını taşıyan yazımızı dört ayı aşkın bir süre sonra 7 Temmuz tarihinde polemik konusu yapmasıyla gösterdi bu nöbet kendisini. ETHA sitesinde yayınlanan Devrimci Harekete Kötümser Bir Bakış başlıklı yazısının, meramımızı anlamadığı gibi anlamaya çalışmak yerine nasıl çarpıtıp böbürlenme konusu haline getirmeye çalıştığını 16 Temmuz tarihinde Gerçeklik Algısının Dumura Uğraması makalesinde göstermeye çalıştık.
Tam “Hayatın cilvesi işte! Yararsız kısır tartışmalardan ne kadar uzak durmaya çalışırsan çalış bir biçimde gelip seni buluyor, neyse ki geçti gitti” diye düşünürken İ. Çiçek bu kez Marksist Teori dergisinde boy gösterdi. Kalemine şimdi de Devrimci Proletarya’nın tam 14 ay önce çıkan Eylül-Ekim 2023 tarihli birinci sayısında yayınlanan Solda Tasfiyeci Üçüncü Dalga yazısında MLKP hakkında yaptığım topu topu bir paragraflık değerlendirmeyi dolamış. İ. Çiçek’in “zamanı geldiğinde tartışılmalı” notunu düşerek arşivinde beklettiğini belirterek söze başladığı o dosyayı açma ihtiyacını neden şimdi duyduğunu anlamış değilim. Hangi rahatsızlık onu buna yöneltti bilemem. (Bkz. Alınteri-Devrimci Proletarya ve Referanslarının Tuhaf Analizleri, Marksist Teori, 16. Sayı)
Ama bir polemiğe kalkıştığında üste çıkabilmek için nelerden medet umduğunun, nasıl ucuz taktiklere başvurduğunun görülebilmesi için yazısına gerekçe yaptığı o paragrafı da içeren giriş bölümünü olduğu gibi aktarayım:
“‘MLKP’nin ‘Birlik Devrimi’ olarak tanımladığı birleşme de 12 Eylül sonrasının tasfiyecilik ortamında devrimcilikte ısrar temelinde atılan bir adımdı. Başlangıçta birleşen örgütlerin her birinin kendi başlarına yapabileceklerinin aritmetik toplamından çok daha fazlasını gerçekleştirdi. Fakat ilerleyen süreçte o da bileşen örgütlerin sosyalizm hedefinden ve işçi sınıfı devrimciliğinden adım adım uzaklaşıp semtleri ve semt devrimciliğin esas alan kapitalizmden koparılmış dar bir anti faşizm yönünde evrildi.’
Öncelikle anlaşılamayan ve anlam da veremediğimiz bir kavramlaşmaya dikkat çekmek istiyoruz: Eylül-Ekim 2023 tarihinde, yani MLKP’nin kuruluşundan 29 yıl sonra nasıl oluyor da MLKP hakkında ‘bileşen örgütler’ söylemiyle tartışma ve değerlendirme yapılabiliyor! Bu gerçekten anlaşılır bir şey değil. MLKP’nin ‘sosyalizm hedefinden ve işçi sınıfı devrimciliğinden uzaklaştığı’ filan iddia edilebilir (Biz de asıl olarak onu söylüyoruz zaten-nba) ama MLKP’nin ‘bileşen örgütlerin sosyalizm hedefinden ve işçi sınıfı devrimciliğinden adım adım ‘ uzaklaşması söylemi hakikaten tuhaf! Bu garabetin bir açıklaması var mı acaba?!” (agk, sf.83, abç)
İ. Çiçek’in “garabet” olarak göstermeye çalıştığı alt çizmenin bir anlamı ve açıklaması var elbette. Bunu anlamak için fazla bir feraset de gerekmiyor. Orada MLKP’nin İLERLEYEN SÜREÇTE kendi geçmişine dahi yabancılaşacak ölçüde bir savruluş yaşadığına dikkat çekiliyor. Anlatılmak istenen bu. Öte yandan, Türkiye solunda nadir görülen bir birleşmeyi/kaynaşmayı başarmış olmakla birlikte MLKP’yi 1994’te bir gece ansızın leylekler mi getirdi? Onun bir öncesi, tarihsel bir geçmişi ve kökleri yok mu? Bu geçmişin hatırlatılmasından niye rahatsızlık duyuluyor? Ama İbrahim Çiçek’in demagojiye ihtiyacı var. Onun polemik tarzı bu çünkü. Söylemeye çalıştığımı olmadık yerlere çekerek benim tezimin asıl vurgusunu yani “MLKP’nin sosyalizm hedefinden ve işçi sınıfı devrimciliğinden süreç içinde uzaklaştığı” tezini boğuntuya getirme derdinde. O nedenle aklı sıra “MLKP içinde çatlak arıyormuşum” izlenimi yaratmaya çalışıyor. Sözümün daha başında o birleşmeyi “12 Eylül sonrasının tasfiyecilik ortamında devrimcilikte ısrar temelinde atılan bir adım” olarak nasıl olumladığım ve devamını da nasıl getirdiğim ortada olduğu halde bu zorlama yoruma başvurması gerçekten çok ilginç (O arada “TİKB’yi biz atomize ettik” şeklinde böbürlenmesi ise tek kelimeyle devrimcilik dışı). Asıl “tuhaf” olan ve “açıklama gerektiren garabet” bu demagojinin kendisi, bu edebiyata neden ihtiyaç duyulduğu değil mi?..
Devamında elinde pervasızca TİKB’nin farklı yıllarda dile getirdiği görüşler arasında -bağlam farklılıklarını hasıraltı ederek- çelişki aramaya soyunuyor. Yalnız o bölümde de MLKP’nin Gazi sonrası semtlerde kabaran anti faşist dinamiğin anaforuna kapılarak ‘semtlerin ve semt gençliğinin devrimimizde oynayacağı rol’ konusunda P-C ile aynı kulvara girip hemen hemen aynı sözcüklerle aynı telden çaldığı gerçeğini ağız kalabalığına başvurarak boğuntuya getirmeyi deniyor. Biz ise MLKP “ilerleyen süreçte o da sosyalizm hedefinden ve işçi sınıfı devrimciliğinden adım adım uzaklaşıp semtleri ve semt devrimciliğini esas alan kapitalizmden koparılmış dar bir anti faşizm yönünde evrildi(ği)” tespitimizi tam da o kesitte bizzat bu arkadaşların ağzından defalarca duyup işittiklerimiz yanında yine o kesitte yapıp ettiklerine, yazıp çizdiklerine dayandırıyoruz. İ. Çiçek şimdi bize hangi masalları anlatıyor? Kaldı ki sınıfın adını bile belirli kalıpları tekrarlamak gerektiğinde anacak kadar sınıfa ve sınıf hareketine yabancılaşma o dönemle de sınırlı kalmayıp dün denebilecek kadar yakın zamana kadar sürdü. Şimdi dilde kendini göstermeye başlayan o “değişim”in nedeni de malum. Ama İ. Çiçek kendisini çok kurnaz, alemi de sersem sanıyor.
İ. Çiçek MLKP’nin işçi sınıfı içinde çalışmaya ve sosyalizme verdiği öneme dair MLKP Programı’nı (ve 6. ve 7. Kongre Kararları’nı) tanık gösteriyor. Ölçüsüz övgüler eşliğinde devrimimizin neden hâlâ demokratik devrim olması gerektiğine dair gösterdiği gerekçelerden kesintisizliğe dair Leninizmle alakası olmayan ilişkilendirmeye kadar bu belgelerden aktardıklarına ve yorumlarına dair söylenecek çok şey var ama şu an konumuz bu değil. Sözünü de “Özetle teorik, programatik ve stratejik bakımdan DP’nin iddia ettiği gibi ‘sosyalizm hedefinden ve işçi sınıfı devrimciliğinden’ bırakalım ‘adım adım’ını, milim uzaklaştığını doğrulayacak en küçük kanıt yoktur” şeklinde bağlıyor. (agk, sf. 91)
Programınız ve kafanız madem bu kadar açıktı neden o böbürlenmelerin pratikte bir karşılığını göremiyoruz sorusuna verdiği yanıt ise fıkra gibi: Sınıf çalışmasının önemi ve bu konuda ısrar noktasında programları ve kafaları zaten baştan beri açıkmış, pratikleri de “yükselen, gelişen, genişleyen, daralan, zayıflayan, tekrar ilerleyen ve yükselen bir grafik izlemiş; daha önemlisi (30 yıldır) kesintisiz biçimde sürmüş” (agk, sf.92)
Ama her nedense dişe dokunur bir gösterge yok bugün ortada! Bir zamanlar anlamlı örnekler yarattıkları sendikal pratiğin dahi fersah fersah gerisine düşülmüş. Nesnel koşulların arkasına saklanmaya kalkılacak olursa o nesnel koşullar herkes için geçerli. Üstelik bazılarımızın -örneğin biz- aşması gereken engeller, alt etmesi gereken dezavantajlar çok daha fazla. Buna rağmen bugün hangimizin sınıf hareketinde nerede, nasıl bir rolün sahibi olduğunu cümle alem görüyor.
Uzun sözün kısası, sınıf hareketinde yaşadığınız gerilemede tayin edici olan sizdeki ezilenci ideolojik kırılma. Sağlıksız bir anti faşizm anlayışıyla semtlere yönelip semt devrimciliğini esas alma yönelimine girmeniz. “Sınıf çalışmasındaki eksiklik ve pratik yetersizliklerinizi” itiraf etmek mecburiyetini duyduğunuz bütün o Kongre ve Konferans kararlarınızın kağıt üzerinde kalmaktan kurtulamayışı da bunun sonucu zaten.
Öte yandan İ. Çiçek, MLKP olarak sosyalizm hedefi ve işçi sınıfı devrimciliğinden “milim uzaklaşmadıklarına” kanıt olarak programlarını gösteriyor ama programları ile pratikleri arasındaki ilişkinin nasıl zeytinyağı-su ilişkisine benzer bir ilişki olduğunu da bizzat kendisi itiraf ediyor. Bir dizi çam devirerek Program güzellemesi yaptığı bölümlerden birinde şecaat arz edeyim derken sirkatin şöyle ele veriyor: “Komünist öncünün kurucu programının IV. Bölüm’ü ‘antiemperyalist demokratik devrim’ başlığı ile düzenlenmiştir. Tanım böyle olmakla birlikte, komünist öncünün strateji ve taktiğinde faşizme karşı mücadele ve keza sömürgeciliğe karşı mücadele özel ve önemli bir yerde durmaktadır. Zaten antiemperyalist demokratik devrimin ‘özünün politik özgürlüğün kazanılması’ olduğu vurgulanır.” (agk, sf.88).
Alın size neresinden tutacağınızı şaşıracağınız bir gaf daha! Devrimimizin içinde bulunulan aşamasının niteliği/karakteri -hem de Program gibi temel bir belgede- “Antiemperyalist Demokratik Devrim” olarak tanımlanıyormuş ama onun özü/öncelikli stratejik hedefi ne bağımsızlığın kazanılmasıymış hatta ne de toprak devrimi?!! Şu an tartıştığımız konu açısından daha önemlisi şu: Demek ki Program’ın ne dediğine bakmamalıymışız, Program’da ne yazarsa yazsın “komünist öncünün” strateji ve taktiği -dolayısıyla pratiği de- başka tellerden çalıyor/çalabiliyormuş?!! Şaka gibi!..
Bizimle polemiğe girişirken “gerçeği aramak” yerine nereden nasıl vururum hırsıyla ‘açık’ aramayı esas alan İbrahim Çiçek görülen o ki tikb.org sitesinde epey gezinmiş. Dikkatini çeken kimi temel belgeleri okumuş. Okumasına okumuş ama niyeti kötü olduğu için anlatılmaya çalışılanları anlamamış. Öyle ki, 2020 yılında yapılan TİKB 5. Konferansı’nın Sonuç Bildirgesi’nde dile getirilen onca tespit ve tezin içinden sınıf özcü bir yaklaşımla hareket eden bir sosyalist devrimcilik kavrayışının proletarya dışındaki sistem karşıtı dinamiklere kayıtsızlığının kendiliğindenciliğin daniskası anlamına geleceğine dair teorik uyarıyı cımbızlamakla kalmamış, onu da 4. Konferans sürecinde yollarımızın ayrıldığı “muhaliflerimize” yönelik bir eleştiri sığlığında algılamış. (agy, sf. 86)
Bu bağlamda, İ. Çiçek’in TİKB ile ilgili her dediğine verilecek bir cevabımız var ama değmez diyoruz. Sadece belki üzerinde düşünür ve bir daha tekrarlamaz umuduyla daha önce Devrimci Bir Odak İhtiyacı yazısını mahkum etmeye çalışırken de başvurduğu tahrifata dayalı demagoji alışkanlığına dair bu yazısından bir örnekle yetiniyoruz:
Çiçek kendilerinin yıllar boyunca nasıl “nakış nakış işlenmiş”, nasıl net, derin ve devrimci bir program sahibi olduklarını ispatlamaya çalışırken bize dair “Birkaç on yıldır alışageldikleri ‘programsız devrimcilik’in 3-5 yıl önce özeleştirisini yapanlar…” şeklinde bir cümle kuruyor (agy, sf.91) O cümlenin de hangi bağlamda kurulduğunu ve anlatmaya çalıştığını anlamadığı belli. Konuyu çarpıtarak aklı sıra TİKB’yi 3-5 yıl öncesine kadar programdan yoksun bir örgüt gibi göstermeye çalışıyor. Bu da cehalet ya da kavrayış eksikliğinden değil düpedüz kötü niyetten kaynaklanan ucuz bir polemik yöntemi.
TİKB bugün yürürlükte olan programını 2012 Eylülü’nde sonuçlanan 1. Kongre’sinde yani bundan tam 12 yıl önce kesinleştirip kamuoyuna ilan etti. O güne gelene kadar ise 1979 Nisan’ında dönemin illegal merkezi teorik yayın organı olan İhtilalci Komünist’in ilk sayısında yayınlanan eski program (’79 Platformu) yürürlükteydi. Dönemin -hatta bugünün- demokratik devrimcilik anlayışına kıyasla hem Türkiye’de kapitalizmin gelişme düzeyine hem de sosyalizme geçişin kesintisizliğine dair ileri açılımlar içermesine rağmen ’79 Platformu öz olarak demokratik devrimci bir karaktere sahipti. Türkiye’de kapitalizmin özellikle 24 Ocak Kararları sonrası yaptığı tarihsel sıçramadan hareketle TİKB aslında 1990’ların başında programını sosyalist devrimi esas alan bir perspektifle yenilemeliydi.
Fakat ‘90’ların ortalarından itibaren örgüt içinde etkin hale gelen ve peş peşe yaşanan krizlerin de önde gelen sorumlusu küçük burjuva aydın oportünizminin sağlıksız teorisicilik eğilimi, bu stratejik zorunluluğu esas almak yerine örgütü yok Kuantum fiziği yok Büyük Dönüşüm çözümlemesi gibi farklı önceliklere yöneltmekte başarılı oldu. Pratik kaçkını neo Bernsteincı bu sağcılıkla 2010’da yılında yollarımız ayrılır ayrılmaz yeni bir program inşasına yöneldik ve 2012 Sonbaharı’nda da sonuca bağladık. Bu arada yollarımızın ayrıldığı sağcı aydın oportünizminin devrimcilikten uzak teori anlayışını eleştiri bağlamında 4. Konferans sürecinde dile getirdiğimiz ‘1990’lar sonrası örgütü fiilen programsız devrimci bir konuma sürüklediniz’ eleştirisini İbrahim Çiçek şimdi tutup ‘TİKB’nin onlarca yıl programsız hareket ettiğinin itirafı’ olarak göstermeye çalışıyor. Buna ne denir? “İbrahim Çiçek’tir yapar, bir tartışmada üste çıkabilmek için böylesi yöntemlerden medet umar” demenin ötesine geçmek istemiyorum.
Ayrıca İ. Çiçek’in gözünü öyle bir kibir ve grupçuluk bürümüş ki, devrimci hareketin bir bileşenin saflarında yaşanan iç krizlerde tarafların ideolojik pozisyonlarını esas alıp devrimcilikte ısrarlı olan duruşun tarihsel anlam ve önemine en azından saygılı davranacağı yerde bu çatlaktan nasıl yararlanırım hesabıyla ellerini ovuşturan küçük esnaf kafasıyla hareket etmekte beis görmüyor.
İ. Çiçek, Devrimci Bir Odak İhtiyacı üzerine yazdığımız yazıya duyduğu öfkeyi dile getirirken Alınteri olarak bizim “basbayağı gerici propaganda yaptığımız”, “nesnel olarak tasfiyeciliği beslediğimiz” türünden suçlamalarla da yetinmeyip “psikolojik savaşın dolaylı yedeği konumuna düştüğümüz” imasında bulunacak kadar ileri gitmişti. Şimdi de aklı sıra sosyalist devrim anlayışımızı küçümsemeye yeltenip bize devrimci sorumluluk, sosyalist ahlak, entelektüel etik dersi vermeye yelteniyor (agk. sf. 93-94) Programımız başta olmak üzere bugüne dek yazıp çizdiklerimiz yanında Güneydoğu Asya’dan Afrika ve Latin Amerika’ya kadar dünyanın ‘en köylü’ ülkelerinin bile ucuz emek deposu şantiyelere dönüştüğü günümüz dünyası ve Türkiyesi’nde emek-sermaye çelişkisini esas alan sosyalist devrimi hâlâ ‘gelecek aşama’ olarak gören demokratik devrimcilikte ısrarlı bu taşlaşmış dogmatizmi sarsıp iknaya çalışacak değilim. Başta da söylediğim gibi bizim başka işimiz kalmadı da İbrahim Çiçek ve onun gibi ikide bir ayağımıza dolanmaya kalkanlarla mı uğraşacağız. En iyisi sözü Cahit Sıtkı’ya bırakmak:
Değil kardeşim, dal yeşil değil, gök mavi değil,
Bilsen! Ben hangi alemdeyim, sen hangi alemde!
Aklından geçer mi dersin aklımdan geçen şeyler?
Sanmam! Yıldız ve rüzgar payımız müsavi değil;
Sen kendi gecende gidersin, ben kendi gecemde;
Vazgeç kardeşim, ayrıdır bindiğimiz gemiler!
Alınteri-Devrimci Proletarya Ve Referanslarının Tuhaf Analizleri
Devrimci harekete kötümser bir bakış