D. Emrah Zıraman
Sosyalizmi ona düşman olan öğelere dayanarak gerçekleştireceğiz; çünkü sermaye önem bakımından ne kadar artarsa burjuvazinin boyunduruğunu ve işçilerin ezilmesini de o kadar artırır. İktidar, bugün olduğu gibi proletarya ve yoksul köylülüğün elinde olduğu ve önüne bu yığınların desteklediği görevleri koyduğu zaman, bu sosyalist reformları burjuva uzmanların, o burjuva toplum içinde eğitilen, başka çevre görmeyen, başka bir toplumsal çerçeve düşünemeyen uzmanların yardımıyla gerçekleştirmek bizim için zorunludur; bundan ötürü bu insanlar, son derece içten ve görevlerine bağlı oldukları zaman bile, hatta bu durumda bile, binlerce burjuva önyargıyla dolu, can çekişen, dağılan ve bu nedenle de zorlu bir direniş gösteren burjuva topluma, kendilerinin bile göremedikleri binlerce iple bağlıdırlar. (Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, 285, boldlar bana ait)
Kapitalizm içinde doğarak ona karşı çıkan bilinçlerin varlığı nasıl kapitalist toplumsal varlığa bağlıysa, sosyalist toplumda doğanların bilinçleri de içinde yer aldıkları sosyalist toplumun varlığına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu nedenle Lenin’in “burjuva uzmanlar” için söylediği “burjuva topluma, kendilerinin bile göremedikleri binlerce iple bağlı” olma hali, sınıflı toplumun kirlerinden henüz tümüyle arınamamış, bu kirden arınmayı sağlayacak toplumsal ilişkilerin henüz yeterince gelişip olgunlaşmadığı tüm sosyalist toplumları, doğal olarak sosyalist bilinçleri de, kapsayan bir uyarıdır. Ki Sovyetler Birliği (ve çeperindeki adı sosyalist olan ülkeler) 80’lerin sonunda büyük bir gürültüyle fiilen de iflas ettiğinde, Lenin’in 1918’deki uyarısının anlamı ve önemi kendisini daha iyi gösterir.
Ekim Devrimi’nin 107. yılında tarihin bu muazzam sıçraması ve dönüşümünü anmak; sınıf savaşımın işçi cephesinin günümüzde dünya çapında diplerde seyrettiği koşullarda Ekim Devrimi’nin anlamını başta işçi sınıfı olmak üzere kitlelere yeniden ve yeniden göstermenin önemi büyüktür. Ancak bunu yaparken başta Sovyetler Birliği olmak üzere 20. yüzyıldaki sosyalizmi inşa deneyimlerinin övgüsü kadar eleştirisi de yapılmalıdır. Eleştiri, ama nasıl?
Sovyetler Birliği başta olmak üzere bir sosyalizm eleştirisi elbette bir dergi sayfasının sınırlarını her zaman aşacak bir konudur. Ancak yine de bir sosyalizm eleştirisinde olması gereken, beklenebilecek temel Marksist noktalar işaret edilebilir, tartışılabilir, hatta tartışılmalıdır da.
Marksist Eleştirinin Temelleri
En azından bu topraklar için konuşacak olursak, eleştiri (kritik) kelimesi ters yüz edilerek anlaşılır ve kullanılır. Öyle ki bu ters yüz etmeye de bağlı olarak Türkçe’de “iyi (veya) kötü eleştiri” diye bir şey dahi uydurulmuş. “Bir şeyin içindeki kötü olanı ortaya çıkarmak” olan eskinin tenkit kelimesi eleştiri ile özdeş olarak kullanılıyor. Ancak eleştiri iyi ya da kötü diye tasnif edilmeden önce düşünülen (veya yapılan) bir şeyin üzerine düşünmek olarak tarif edilebilir. Bu bağlamda eleştiri daha önceden yapılmış ve ele alınmış olanın “değerlendirilmesi, ona dair yargı bildirme” anlamına gelir.1
Eleştirinin “kötü” olanla ilişkisine dair etimolojik bağlamlar olsa da2 eleştirinin “kötüleme” anlamı, konumuz çerçevesinde devrimci eleştiride Marx, Engels ve Lenin başta olmak üzere Marksizmin önderlerinin muhataplarına duydukları devrimci öfkeden kaynaklanır. Örneğin Marx’ın eleştirisindeki “kötüleme” Proudhon’un kapitalizmi eleştirme adına giriştiği çalışmadaki zafiyetlerine, Lenin’in eleştirisindeki “öfke” örneğin Kautsky’in Marx’ın devrimci öğretisini yok etmeye çalışmasınadır. Bundan dolayı Marksist eleştirinin özü, ele alınan konunun değerlendirilmesi, o konuya dair yargıda bulunmaktır yoksa tek başına öfke krizleri sunmak değil.
Eleştirinin yöntemi doğal olarak bir Marksist için her şeyden önce tarihsel olmak zorundadır. İnsana dair olanda tarih dışında bilim tanımadıklarını ilan eden Marx ve Engels’in materyalist tarih anlayışının özü, idealist tarih anlayışının tamamen zıddı olarak insana dair olguların insan bilincin ürünü değil tersine insan bilincini belirleyen toplumsal ilişkilerin ürünü olan gerçeklikle bağlantılı ele almalarıdır.
Ancak der Engels;
Tarih çok kere sıçramalarla ve zigzaglarla ilerleme kaydeder ve -onu her-yerde izlemek gerekir ki, bu da, yalnızca pek önemli olmayan birçok malzemenin ele alınmasını zorunlu kılmakla kalmaz, aynı zamanda, düşünce zincirinin de sık sık kesintiye uğratılmasını gerektirir; üstelik burjuva toplumun tarihini yazmadan ekonominin tarihini yazmak mümkün değildir ve bu durumda çalışmanın sonu gelmez, çünkü bu konuda daha önce yazılmış yapıtlar yoktur. Demek ki ekonominin eleştirisini incelemede biricik elverişli tarz mantıki tarzdır. Ama bu tarz, gerçekte yalnızca tarihsel biçimden ve tersi rastlantılardan arındırılmış tarihsel tarzdan başka bir şey değildir. Fikirler zinciri, söz konusu tarihin başladığı şeyle başlamalıdır, ve bunun sonraki gelişmesi, tarihsel seyrin soyut ve teorik bakımından tutarlı bir biçimde yansımasından başka bir şey olmayacaktır; bu, düzeltilmiş bir yansıma olacaktır… Bu yöntemle hareket noktamız ilk ilişkidir ve bizim için tarihsel bakımdan pratik olarak mevcut olan en basit ilişkidir… (Engels, Karl Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın içinde, sf. 37-39, boldlar bana ait)
Engels’in “rastlantılardan arındırılmış tarihsel tarz” olarak da ifade ettiği “mantıki tarz”, Marksistler’in eleştirilerinde çoğu zaman gözden kaçan esaslı bir yöne işaret eder. Pasajın devamında Engels “gelişen ve çözümünü de pratikte bulan çelişkilerin” analizi için “tarihsel bakımdan pratik olarak mevcut olan en basit ilişki”yi bulmak ve eleştirinin en başına bu “en basit ilişkiyi” koymak gerektiğine işaret eder. “En basit ilişki”yi gözetmek, toplumsallığın kendine has karmaşasına, hayatın akışına kapılmadan esas olanı tali olandan ayırmanın da temel yoludur.
Marksizm’in yöntemi diyalektik ve tarihsel materyalizm ile sosyalizm eleştirisi yapmanın, diğer eleştiri konularından kendine özgü bir farkı vardır. Bir Marksist-Leninist (ML) kişi ya da siyasetin sosyalizm eleştirisi, aynı zamanda özeleştiriyi barındırır, daha doğrusu barındırmak zorundadır. Çünkü sosyalizm deneyimindeki ülkelerin komünistleri, devrimcileri bizim tarihsel oldukları kadar her türden deneyimleriyle yarınımıza yol gösteren yoldaşlarımızdır. Dünkü sosyalist insanın eleştirisinin, aynı zamanda sosyalizmi kuracak bugünün insanının özeleştirisini içerdiği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu nedenle dünün sosyalizm eleştirisi yaparken iğneyi değil tam tersine çuvaldızı kendimize batırmak gerekir ki yarın ile kurulacak tarihsel köprü güçlü olabilsin.
Marksist Tarih Anlayışının Temelleri
Marksist tarih anlayışının temeli, Engels’in ifadesiyle “tarihsel bakımdan pratik olarak mevcut olan en basit ilişki” ile başlar. Marx ve Engels Alman İdeolojisi’nde birbirlerine karşı bir öncelik sırası olmayan ve aynı anda gerçekleşen bu “en basit ilişki”leri, dört tarihsel eylemi şöyle sıralarlar:
-“Tarih yapabilmek” için yaşamlarını sürdürebilecek durumda olmaları gerektiği öncülünü̈ tespit etmektir. Yaşamak içinse her şeyden önce yiyecek, içecek, barınak, giysi ve daha başka şeyler gerekir. O halde, ilk tarihsel eylem, bu ihtiyaçları karşılayacak araçların üretimidir; maddi yaşamın kendisinin üretimidir.
-İkinci husus şudur: Giderilmiş ilk ihtiyacın kendisi -bu ihtiyacı giderme eylemi ve onun giderilmesini sağlayan aletin elde edilmiş olması- yeni ihtiyaçlara yol açar ve yeni ihtiyaçların bu üretimi,
-En başından beri tarihsel gelişmeye dahil olan üçüncü̈ ilişki de kendi yaşamlarını her gün yeniden üreten insanların, yeni insanlar üretmeye, kendilerini çoğaltmaya başlamalarıdır: Bu, kadın ile erkek ve ana-baba ile çocuklar arasındaki ilişki, yani ailedir.
-[Dördüncü olarak] yaşamın üretimi, … ikili bir ilişki -bir yandan doğal, öte yandan toplumsal bir ilişki- olarak görünür. Bu, birçok bireyin el birliğini ifade etmesi bakımından toplumsal bir ilişkidir ve bu el birliğinin hangi koşullar altında, nasıl ve ne amaçla yapıldığının bir önemi yoktur. Buradan, belirli bir üretim tarzı ya da belirli bir sanayi aşamasının, daima belirli bir el birliği biçimiyle ya da belirli bir toplumsal aşamayla bir arada bulunduğu sonucu çıkmaktadır. Bu el birliği biçiminin kendisi de bir “üretici güç”tür. (Marx-Engels, Alman İdeolojisi, sf.36-38)
Marx ve Engels’in tarihsel materyalizminin özü, tarihin tüm karmaşıklığının ancak bu “basit ve en temel insan ilişkileri” ile birlikte ve de bunları asla göz ardı etmeden anlaşılabileceğini söyler. Keza her ikisi de genç yaşlarında Komünist Manifesto’da olsun Alman İdeolojisi’nde olsun farklı üretim biçimlerine dair ortaya koydukları görüşlerini bu tarihsel dört eyleme bağlı olarak ilerleyen yıllarda geliştirmiş, derinleştirmişlerdir.
Marksist bir sosyalizm eleştirisi, en üst düzeyde ideolojik bir eleştiriye sahip olduğunu iddia etse dahi, Marx ve Engels’in işaret ettiği bu dört tarihsel eylemle ortaya çıkan toplumsal varlık tarafından belirlenen toplumsal bir bilinci eleştirdiği asla gözden kaçıramaz. En sıkıştığı noktada dönüp bu dört tarihsel eyleme bakmak ve yeniden bakmak zorundadır.
Marksist bir sosyalizm eleştirisinin tarihselliğinde nedensellik ilişkisinin belirleyiciliği kesin ve keskindir. Toplumsal varlığın toplumsal bilinci belirlemesi gibi bilincin ele alınması olan ideolojik eleştiride de tersinin mümkün olmadığı sebep sonuç ilişkisinin kurulması önemlidir. Aksi durumda tarihsel materyalizmin “her şey birbiri ile ilişkilidir” postulatı bir anda tersine dönerek komplo teorilerinin mottosu “her şey birbiriyle ilişkilendirilebilir” saçmalığına dönüşebilir.
Son olarak Marksist materyalist tarih anlayışının temeli olan “gündelik hayatın üretimi ve yeniden üretimi” çoğu zaman gözden kaçar. Tarih bir yanı önceki diğer yanı ise an itibariyle bir arada, yan yana olan kuşaklardan oluşan (Marksizm’in üretici güçler diye de tarif ettiği) kitleler tarafından yaratılır. Sosyalizm eleştirisi ister parti eleştirisi gibi dar isterse sosyalist toplum mekanizmalarına dair daha genel olsun kitlelerin -sosyalizm bağlamında özel olarak da işçi sınıfının- o konuda ya da o kesitteki tutumunu da göz önünde bulundurmak elzemdir. Tarihin bu dönemine ait öznel ve nesnel etkenler bütünlüğünü asla göz ardı etmeden öncelikle partinin ve iktidarın sosyalizmin her aşamasında işçi sınıfı başta olmak üzere kitleleri sürece ne kadar dahil ettiği veya uzak tuttuğuna mutlaka bakmak gerekir.
Sosyalizm Eleştirisinin Temelleri
20. yüzyıldaki sosyalizmi inşa pratiklerinin eleştirisi kuşkusuz Sovyetler Birliği’ni merkeze almak zorundadır. Bu sadece onun bu işe ilk girişen olma anlamında ‘öncü’ konumundan kaynaklanmaz, diğerlerine de esin kaynağı olan deneyimlerinin zenginliğinden ileri gelir. Fakat sosyalizm eleştirisi elbette Sovyetler Birliği’yle sınırlı kalamaz. II. emperyalist paylaşım savaşından sonra sosyalist kampta yer alan (Bulgaristan’dan Çin’e, Küba’dan Vietnam’a kadar) her ülke deneyimi ufukları açan deneyimlerdir.
Marksist bir sosyalizm eleştirisinde tarafgirlik elbette olacaktır. Aksi mümkün değil. Ancak bu tarafgirlikte sosyalizm deneyimlerini sadece olumlu ya da olumsuz yanlar üzerinden ele almak tarihe materyalist bir yaklaşımı baştan kapı dışarı etmek anlamına gelir. Ele alınan konu hakkında olumlu veya olumsuz bir hüküm sahibi olabilmek için bile öncelikle onun hangi tarihsel koşullar içinde meydana geldiği/gerçekleştiği, bu bağlamda ele alınan konunun, olgunun, olayın sosyalizm inşasında neye/nereye tekabül ettiğini açığa çıkarmak Marksist bir tutum olacaktır. Aksi halde olgu ve süreçleri keyfimize göre yorumlamanın kapısı açılmış olur. Bunun materyalist tarih anlayışıyla bir ilgisinin olmadığı açıktır.
Tarih çalışmalarında ister binlerce yıllık bir taş biçiminde isterse yazılı olsun tarihsel materyalin, belgenin önemini kimse yok sayamaz. Sosyalist ülkelerin tarihine dair yazılı belgeler -tabii ki ‘doğru/güvenilir’ olmaları koşuluyla- nesnel bir sosyalizm eleştirisi için kesinlikle önemli kaynaktır. Ancak sosyalist ülkelerdeki yazılı kaynaklara biriciklik atfetmek ya da bir konuda söz edebilmek için illa yazılı belge talep edip yazılı belge peşinde koşmak “nesnellik” adına idealist bir tarih anlayışı olacaktır. İşin ilginci, kafalarında oluşmuş yargılara uymayan hatta onların geçersizliğini ortaya koyan karşı tez ve argümanlarla karşılaştıkları zaman ‘belgesi var mı’ sorgulamasının arkasına saklananlar, 1990 sonrası ucu biraz açılan yazılı belgeler konusunda suskundurlar. Söylemeye gerek yok ki bunlar Conquest gibi fanatik anti-komünist tarihçilerle Troçkist tarih yazıcılarıdır.
Doğruluk ve güvenilirlik sorgulamasını bir kenara bırakarak kutsal metin gibi sarılınan ‘belge merakı’nın yanıltıcılığına örnek olarak “Lenin’in vasiyeti” olarak tanımlanan mektup iddiasını verebiliriz. “Troçkistler başta olmak üzere bütün Stalin düşmanlarının dört elle sarıldıkları… o ‘mektubun’ Lenin’in hastalığı sırasında… Krupskaya ile Lenin’in kız kardeşi Manya Ulyanova’nın tezgahı olduğuna dair kuşkular çok ciddidir.” (Açan, Bilince Dönüşen Zorunluluk, 88) Stephen Kotkin gibi anti-komünist tarihçiler dahi 1990 sonrası Yeltsin döneminde ulaşabildikleri yazılı belgelere dayanarak Lenin’in böyle bir mektup yazdırmadığını söylemektedir. (Açan, “Lenin’in Vasiyeti”: Bize Anlatılan Masallar) Fakat Troçki yandaşları bu yalanı tekrarlamakta ısrarlıdır. Asıl önemlisi, tartışma “böyle bir mektup var mı yok mu” ikilemine sıkıştırılırken sorulması gereken asıl soru hasır altı olmaktadır: Böyle bir mektubun varlığı doğru olsa dahi sosyalist bir rejimde, komünist bir partide halef belirlemek-vasi tayin etmek doğru mudur? Bunu yapan Lenin dahi olsa bu onaylanıp savunulacak bir tutum mudur?.. Samimi ve tutarlı bir sosyalizm eleştirisi öncelikle bu sorunun yanıtını vermelidir.
Sosyalizmin nasıl bir toplum olduğu, kitlelerin bu toplumsal durumu nasıl var ettiklerini gözetmek belirleyicidir.4 Yukarıda aktardığımız şekilde Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde parlak biçimde kanıtladıkları kitlelerce var edilen dört tarihsel eylemin sosyalizmdeki ayırt edici özelliklerine döne döne bakmak gerekir.
En genel olarak sosyalizm özel bir sınıflı toplumdur. ML literatüründe sosyalizm “komünizmin birinci/başlangıç aşaması” olarak tarif edilir. Ancak sosyalizmi diğer sınıflı toplumlardan ayırt eden biricik özelliği sınıfları ortadan kaldırarak “komünizmin ikinci aşamasına ulaşma” yeteneğine sahip olmasıdır. Onun tam da bu tarihsel özelliği sosyalizm eleştirisindeki en belirgin dayanağı bize verir.
Bir ülke, parti, toplum ne kadar ismen kendisine sosyalist derse desin, tarihsel koşulları, zorunlulukları ve de uygunlukları asla göz ardı etmeden sınıfları ve sınıflı toplumdan miras kalan eşitsizlikleri ortadan kaldırmak doğrultusunda hareket edip edilmediğine, bu yöndeki hareketinin hangi nedenlerle kısıtlandığına, bu kısıtlılığı aşabilmek için neler yapabildiğine bakmak gerekir. Sınıflı toplumu ortadan kaldırmaya yönelik hareketin varlığı/yokluğu, yakınlığı/uzaklığı bir sosyalizm eleştirisinde meselenin Aşil topuğudur.
Sürecin hangi yönde ilerlediğini belirlemek açısından tayin edici olan bu sorunun yanıtında bir kuşku ya da terslik yoksa bu kez kapitalizmden miras kalan eşitsizliklerin, bütün kir, pas ve lekelerin “hemen şimdi” ortadan kaldırılması sabırsızlığına kapılmak kadar tutulan yolun herhangi bir sapma yaşanmadan istikrarlı bir biçime yürünüp yürünmediğini sorgulama ihtiyacı duymayan kayıtsızlıktan da uzak durmak gerekir.
Marx, Gotha ve Erfurt Programı Eleştirisi’nde şöyle yazar: “‘Devlet tarafından halk eğitimi’(nin)kesin olarak kınanması gerekir… Hem aslında Prusya-Alman İmparatorluğunda halk tarafından çok sıkı biçimde eğitime tabi tutulması gereken devlettir (ve burada “geleceğin devleti” gibi aldatıcı bir kaçamağa başvurulmasın, bunun ne demeye geldiğini gördük)” (age, 44, bold Marx’a ait)
Marx her ne kadar “halk tarafından çok sıkı biçimde eğitime tabi tutulması gereken devlet” olarak konusu bağlamında Prusya-Alman İmparatorluğundan bahsetse de sınıflı toplumda eğitime devlet-halk ikiliği içinde devletten halka doğru tek yönlü bakan “burjuva düzeye” işaret eder. Sosyalizm deneyimlerinin hemen her birinin eğitim sistemleri kapitalist eğitim anlayışının her zaman fersah fersah ilerisinde olmuştur. Ancak konumuz ve buna bağlı eğitim örneği bağlamında bir sosyalizm eleştirisi yaparken gözetilmesi gereken tek şey “halkın parasız eğitime ulaşması” değildir. Bunun kadar sınıflı toplumu dönüştürme nihayetinde ortadan kaldırma yönelimi bağlamında “halkın devleti eğitimi”nin ne ölçüde geçerli ve mümkün olabildiğinin de sorgulanması gerekir.
Bir sosyalizm eleştirisinin sınırının ve de detaylarının derinliği gözetildiğinde (insanın gözünü olumlu anlamda korkutsa da) döne döne bakılması gereken bir konudur. Bununla birlikte sosyalist geçmişimize dair bugün teorik olarak söyleyeceğimiz her eleştirel sözü esas olarak sosyalizmin gerçek bir eleştirisini ortaya çıkaracak kitlelere ulamasını, onlara yön vermesini, esin kaynağı olmasını hedefleyerek, asıl bu amacı gözeterek kurmalıyız.
Yazıyı Stalin’in 75 bin işçinin görev alarak tamamladığı Moskova Metrosu’nun 15 Mart 1935’teki açılışında yaptığı konuşmada “tarihin kitlelerin eseri olduğu” vurgusuyla ve bu konuşma sırasında insanı gülümseten özeleştirisindeki içtenliğiyle bitirmek anlamlı olacaktır:5
(Alkışlara karşılık) Bekleyin yoldaşlar henüz alkışlamayın! Daha size ne diyeceğimi bilmiyorsunuz.
Parti ve Devlet, Moskova Metrosu’nun başaralı inşası nedeniyle ödüller verdi. Birinciye Lenin Nişanı; ikinciye Kızıl Yıldız Nişanı; üçüncüye Kızıl Öncüler Bayrağı Nişanı; dördüncüye Sovyetler Birliği Merkez Komite Ödülü.
Şimdi soracaksınız: İyi de ya diğerleri? (Gülüşmeler) Ödül alan diğer yoldaşlar kadar emek veren, Moskova metrosu için güç ve yeteneklerini en az onlar kadar sarf eden yoldaşlar ne olacak? Onlar ne olacak? İşte soru bu! (Gülüşmeler)
Prezidyum olarak gözlemliyoruz ki, hepinizin bakışları aynı değil. (Kahkahalar, alkışlar) Bazılarınız mutlu, bazılarınız şaşkın görünüyor. Bu ne demek oluyor? Bu aptallar bizi unuttu. (Kahkahalar) Bu yüzden, devletin ve partinin bu hatasını herkesin önünde düzeltiyoruz. (Alkışlar)
Moskova Metrosu’nun başarıyla inşa edilmesi vesilesiyle Merkez Yönetim Komitesi ve SSCB Halk Komiserleri adına tebriklerimizi şok işçilerine, tüm mühendis, teknisyen, kadın ve erkek işçi kolektifine iletiyoruz. (Alkışlar)
Kaynakça
Açan, H. Selim, Bilince Dönüşen Zorunluluk, Sel Yayıncılık, 2021, İstanbul
Açan, H. Selim, “Lenin’in Vasiyeti”: Bize Anlatılan Masallar,
Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, Sol Yayınları, 1999, Ankara
Marx-Engels, Gotha-Erfurt Programlarının Eleştirisi, Sol Yayınları, 3. Baskı, 1999
Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Evrensel Yayınları, 2013, İstanbul
Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları, 1979, Dördüncü Baskı, Ankara
1 Eleştiri kelimesinin Avrupa dilleri bağlamında, esas olarak Yunan kökenli “ayırmak, karar vermek, yargıda bulunabilmek” anlamına gelen kritikos kelimesidir. Latince’de de kullanılan criticus kelimesi modern anlamını 16. yüzyıl Fransızcası’ndaki critiqueden alır: “Yargıda bulunan kişi, belirli bir sınıftaki şeylerin liyakatini yargılama konusunda yetenekli kişi.“
2 Latince criticus, aynı zamanda “edebi eserlerdeki sahte pasajları tespit eden dilbilgisi uzmanı” anlamına gelir. Ancak dikkat edilirse buradaki vurgu olumsuz anlamdaki “sahte”ye değil onu tespit eden, sahtecilikle ilgili yargıda bulunana dairdir.
3 Örneğin sosyalizmin revizyonist hatta girmesi ele alınırken, Bolşevik Parti’nin devrim dönemini yaşamışından genç, gözü pek kadrolara kadar milyonları bulan parti üyesini Anayurt Savunması sırasında feda etmesini göz ardı etmek nasıl mümkün olur ?
4 Tarihi kitlelerin yarattığı materyalist tarih postulatı sosyalizm eleştirisinde gözden kaçan en temel noktalardan birisidir. Ekim Devrimi’ni Lenin yapmadığı gibi Sovyetler Birliği’nin revizyonist hatta sokan da tek başına Kruşçev değildi. Sosyalizmin inşasında olduğu gibi eleştirisinde de kitleleri yok sayarak bireylere odaklanan bir akıl, Marksizm’in sürekli savaştığı idealist tarih anlayışına savrulmuş bir akıl olacaktır. Kruşçev ve benzerleri iktidarı ele geçirirken parti kadroları ve işçi sınıfının tepkisiz kalmasının, sınıfa ve kitlelere önderlik edecek Molotov, Kaganoviç, Bulganin gibi eski Bolşevikler’in sessiz kalmasının hiç mi payı yoktur?
5 BSM kolektif kanalı, Josef Stalin Moskova Metrosu Açılış Konuşması – Konuşmalar (4)