Marx ve Engels, insanlığı cenderesine sıkıştırıp kendisine yabancılaştıran kötülüklerden kurtaracak olanın, yüce duygulu bireylerin iyiniyetli girişimleri değil örgütlenmiş proletaryanın sınıf savaşımı olduğunu gösterdiler. Onlar, işçi sınıfı ve onun istemlerinin, burjuvaziyle birlikte kaçınılmaz olarak proletaryayı yaratan ve örgütleyen mevcut iktisadi sistemin zorunlu bir sonucu olduğunu ilk gösterenlerdir. Lenin, Marx ve Engels’in tarihsel rollerini şu sözlerle tanımlar:
“Kader Karl Marx ve Friedrich Engels’i bir araya getirdiği andan bu yana, iki arkadaş yaşamları boyunca çalışmalarını ortak bir davaya adadılar. Ve bu yüzden Friedrich Engels’in proletarya uğruna neler yapmış olduğunu anlamak için, çağdaş işçi sınıfı hareketinin gelişiminde Marx’ın öğretisi ve çalışmasının önemi konusunda açık bir fikre sahip olmak gerekir. Marx ve Engels, işçi sınıfı ve onun istemlerinin, burjuvaziyle birlikte kaçınılmaz olarak proletaryayı yaratan ve örgütleyen mevcut iktisadi sistemin zorunlu bir sonucu olduğunu ilk gösterenlerdir. Onlar, insanlığı, onu halen ezmekte olan kötülüklerden kurtaracak olanın, yüce duygulu bireylerin iyiniyetli girişimleri değil örgütlenmiş proletaryanın sınıf savaşımı olduğunu gösterdiler. Marx ve Engels, bilimsel çalışmalarıyla sosyalizmin, hayalcilerin bir buluşu olmadığının, ama modern toplumdaki üretici güçlerin gelişmesinin nihai amacı ve zorunlu bir sonucu olduğunun ilk açıklamasını yapanlardır…”
Engels, yoldaşı Marx’la birlikte bilimsel sosyalizm öğretisini inşa eden iki olağanüstü deha ve yetenekten biridir. Felsefeden ekonomi politiğe, bilimden sanata ve estetiğe kadar insana ve hayata dair hemen her konuda çığır açıcı görüş ve tezlerin sahibidir. O aynı zamanda “proletaryanın generali”dir. 204. doğum gününde aşağıda aktaracağımız kısa alıntılar onun farklı konulardaki düşünsel zenginliği ve derinliği sergiler:
“Proletarya, kamu iktidarına el koyar ve onun aracılığıyla, toplumsallaştırılmış üretim araçları, burjuvazinin elinden çıkıp, kamu mülkiyetine geçer. Proletarya, bu eylemiyle üretim araçlarını şimdiye kadar taşıdıkları sermaye karakterinden kurtarır ve onlardaki toplumsal karakterin sonuna kadar kendisini göstermesine tam özgürlük tanır. Bundan böyle önceden belirlenmiş bir plana dayanan toplumsallaştırılmış üretim olanaklı hale gelir. Üretimin gelişmesi, toplumdaki farklı sınıfların varlığını artık bir çağa uymazlık haline getirir. Toplumsal üretimdeki anarşi yittiği oranda, devletin de politik otoritesi tükenir. Sonunda kendi öz toplumsal örgüt biçiminin efendisi olan insan, aynı zamanda, doğanın egemeni ve kendisinin efendisi olur -özgür olur. Bu evrensel özgürlüğe kavuşturma işini başarmak, çağdaş proletaryanın tarihsel özel görevidir. Bu işin tarihsel koşullarını ve böylelikle doğasını anlamak, şimdi baskı altında bulunan proletaryaya, başarmaya çağırıldığı bu önemli işin koşulları ve anlamı üzerine eksiksiz bilgi vermek, bu, proleter hareketin teorik dışavurumunun, bilimsel sosyalizmin ödevidir.“
***
“Özgürlük ve zorunluluk ilişkisini doğru olarak ilk düşünen Hegel oldu. Ona göre, özgürlük, zorunluluğun kavranmasıdır. ‘Zorunluluk ancak kavranmadığı ölçüde kördür’. Özgürlük doğa yasaları karşısında düşlenmiş bir bağımsızlıkta değil, ama bu yasaların bilinmesinde ve bu bilme aracıyla bu yasaların belirli erekler için yöntemli bir biçimde kullanma olanağındadır. Bu, dış doğa yasaları için olduğu denli, insanın maddi ve manevi varlığını yöneten yasalar, – gerçeklikte değil olsa olsa kafamızın içinde ayırabildiğimiz iki yasa sınıfı- için de böyledir. Öyleyse istenç özgürlüğü, ne yaptığını bile bile karar verme yetisinden başka bir anlama gelmez. Buna göre, belirli bir sorun üzerinde bir adamın yargısı ne denli özgürse, bu yargının metnini belirleyen zorunluluk o denli büyüktür; oysa çok sayıda çeşitli ve çelişik karar arasında görünüşte canının istediği gibi seçen, bilgisizliğe dayanan kararsızlık, bununla özgür olmayışını, egemenliği altına alacağı şeyin egemenliği altında bulunduğunu göstermekten başka bir şey yapmaz. Öyleyse özgürlük, kendimiz ve dış doğa üzerinde, doğal zorunlulukların bilgisi üzerine kurulu egemenliğe dayanır; böylece o, zorunlu olarak, tarihsel gelişmenin bir ürünüdür. Hayvanlar dünyasından ayrılan ilk insanlar, her özel noktada, hayvanlar denli az özgür idiler…”
***
“Başka zamanlarda olduğu gibi, her devrimde de kaçınılmaz olarak birçok hata yapılır ve nihayet, insanlar olayları eleştirel bir biçimde yeniden gözden geçirebilecek kadar yatışınca, kaçınılmaz olarak şu sonuca varırlar: Yapılmadan kalması çok daha iyi olacak birçok şey yaptık ve yapılsa çok daha iyi olacak birçok şeyi yapamadık ve işte işlerin sarpa sarması bundandır. Ama Komünü kusursuz ve yanılmaz ilan etmek ve her ev yakıldığında ya da bir tutsak kurşuna dizildiğinde bunun hak edilen bir ceza, tam da yerinde bir iş olduğunu iddia etmek ne büyük bir eleştirel tutum yoksunluğudur. Bu, mayıs ayındaki hafta boyunca kurşuna dizilen insanların, ne eksik ne fazla, kesinkes kurşuna dizilmesi gereken kimseler olduğunu, ateşe verilen evlerin, ne eksik ne fazla, kesinkes ateşe verilmesi gereken evler olduğunu iddia etmekle aynı şey değil midir? Bu, birinci Fransız Devrimi konusunda şunu söylemekle aynı şey değil midir: Her boynu vurulan hak ettiğini buldu, ilkin Robespierre’in boynunu vurdurdukları, ardından da Robespierre’in kendisi? Özünde çok iyi huylu kimselerin acımasızca gaddar görünme hevesine kapılmaları işte böyle çocukluklara neden olur.”