Tarihten Gezi’ye, Gezi’den tarihe birkaç su damlası



Tarih kuşaktan kuşağa bazen bir su damlası ile bazen de çağlayan nehirler gibi akar. Gezi hem ülke hem coğrafya hem de dünya tarihinin akışında görkemli bir nehir gibi var oldu. Gezi’nin kendisi de tarihin geçmişten getirdiğini bağrında taşıdı, ama bir o kadar da geleceğe kendi bağrından …


Nəriman Bakı

Tarih kuşaktan kuşağa bazen bir su damlası ile bazen de çağlayan nehirler gibi akar. Gezi hem ülke hem coğrafya hem de dünya tarihinin akışında görkemli bir nehir gibi var oldu. Gezi’nin kendisi de tarihin geçmişten getirdiğini bağrında taşıdı, ama bir o kadar da geleceğe kendi bağrından yepyeni haller çıkardı. Öyle ki, AKP şahsında var olan Türkiye’deki egemen sınıfların ve onun iktidarının Gezi’ye karşı öfkesi ve korkusunun büyüklüğünü Gezi Davası’ndaki kararda yeniden gördük.

Yazıda yazarın da içinde yer aldığı anları da içerecek şekilde tarih, Gezi, bugün arasında belki birkaç ama önemli su damlası okuyacaksınız.

Gezi’nin Başlangıcı

Kimse ama hiç kimse beklemiyordu Gezi’yi. Gezi’nin başlangıç tarihinin 28 Mayıs mı 29 Mayıs mı olduğu bile hâlâ tartışmalıdır. Ama o günleri hatırlayanlar Gezi’nin öncesi olan 1 Mayıs 2013’teki Taksim çatışmalarının yoğunluğunu hatırlayacaktır.

Ancak bizler için işin ilginç yanı şuydu: Uzun zamandır Türkiye’de 1 Mayıs öyle ya da böyle çatışmalı geçse de 2 Mayıs günü her iki cephede de sular durulurdu. Ancak 2013 1 Mayıs sonrasında özellikle Taksim bölgesinde devlet herhangi bir eyleme nefes aldırmamaya yemin etmiş gibi davranmaya başlamıştı. 1 Mayıs’tan sonra Taksim’e ister on kişi çıksın ister 100 kişi devlet muazzam biçimde saldırdı. Bir tek Denizler’in anması olan 6 Mayıs’ta -yanlış hatırlamıyorsam- TKP’li gençler il binalarından “hurra” diye çıkarak polisin şaşkınlığından da yararlanıp Taksim Meydan’ına ulaşmışlardı.

Mayıs sonlarına doğru Gezi Parkı projesine dair birkaç açıklama okumaya, görmeye başlamıştık. Sonra bir grup insanın Gezi Parkı’nda çadır kurduğu haberi kulağımıza gelmişti. Şu an utanarak kişisel bir itiraf zamanı: Bir grup “yeşilci”nin Taksim’de günlerdir süren saldırılara ses çıkarmayıp çadır kurmasını küçümsemiş, pasifist bulmuştuk, hatta içimden bayağı kızmıştım. Ancak geriye dönüp baktığımda, görünürde ve göreli olarak çadır kurup pasif bir eylem yapan Gezi Parkı savunucularına devletin saldırması, tam da kitleleri harekete geçiren şey oldu.

Hiçbir şekilde şiddet içermeyen, şiddet çağrısında bulunmayan bir grup insanın, kağıt üzerinde bile olsa anayasal haklarına devletin vahşice saldırması -Gezi’nin fitilini ateşlemek ne kelime-, fitilin barut fıçısına ulaşmasını sağladı. Ondan sonrası koptu zaten.

Vicdan Günleri

İktidar yanlısı kafalar hariç Gezi’de insanları en çok şaşırtan görüntülerden birisi resimdekidir. TOMA’dan sıkılan sudan kaçmaya çalışan çiftlerden birisinin elinde Türk bayrağı, diğerinin elinde BDP flaması, karşılarında ise TOMA’ya karşı “bozkurt” işareti yapan bir kişi. Gezi’de siyaseten kan davalı olan bu üçlü politik kişi ve simgelerin bir karede tutulmasını sağlayanın ne olduğu sorusunun cevabı Gezi’nin anlaşılması için önemlidir.

İzmir’de Gezi sırasında yapılan bir yürüyüşte kortej Cumhuriyet Meydan’ına yaklaşırken eski ismi ile Efes Oteli tarafında yaklaşık elli-altmış kişilik HEPAR’lı korteji izliyor, alkış tutuyorlardı. O dönemde HEPAR, kurucusu faşist Osman Pamukoğlu ile gözle görülür bir ivme kazanmıştı.

Kortejin bir kısmında da çoğunlukla üniversite öğrencilerinin olduğu kısım vardı. HEPAR grubunun ne yapacağını bilemediğim gibi esas öğrencilerin ne yapacağını tahmin edemiyordum, ‘birdenbire bir hırlaşmaya dönebilir mi’ diye bir endişeye kapıldım. Bu endişemi de yanımdaki bir arkadaşa söyledim. Arkadaşımın verdiği cevap Gezi’de politik olarak farklı insanların, kitlelerin, milyonların sokağa çıkmasının sırrını verdi aslında: “Vicdan günlerindeyiz. Sokağa çıkan hiç kimse birbirine saldırmaz.”

İzmir’de bulunan Halkların Köprüsü Derneği’nin mülteci çalışmaları sırasında sürekli kullandığı “Dayanışma ezilenlerin inceliğidir” mottosu da Gezi’deki “vicdan günleri”ne işaret eder. Ezilen sınıf ve kitleler ve onların bireyleri -kemikleşmiş değillerse şayet- isyan günlerinde kendi sınıfsal varlıklarıyla yola çıkarlar ve yolda benzerleri ile karşılaşırlar. Kendi politik kimlik ve duruşlarından bir anda sıyrılmaz, sıyrılmak da istemezler elbette. Ama toplumsal vicdanın getirdiği saiklerle hareket ettiklerinde, itiraz ettikleri esas güce karşı yan yana durmanın tüm şartlarını da oluşturmaya, korumaya, geliştirmeye çalışırlar.

1905 Devrimi’nden Gezi’ye

Gezi başlayıp ilerledikçe politik olarak ‘kitlelere ne sunmalı, neler yapılmalı…’ en önemli tartışma konusu haline geldi. Böyle büyük bir isyanı yaşayan herkes kendi meşrebince, aklıyla bir şeyler önerdi, uygulamaya çalıştı.

Gezi’nin ortası, yine bir eylem var, bitmiş. Eylem sonrasında birkaç arkadaş bir araya geldiğimizde iki arkadaşın çok sert bir tartışması ile karşılaştık. Konu şuydu: İzmir’de Gezi kitlesinin 24 saat yer aldığı Kordon’da mı kalınmalı yoksa öncüler-sosyalistler aralarında İzmir’in kemikleşmiş Kemalistler’in, MHP’lilerin de olduğu kitleden ayrılıp başka bir yere mi geçmeli?

Tartışanlar ellerindeki tüm argümanları birbirini ikna etmek için kullanırlarken seslerini de yükseltmeye başlamışlardı. Tartışma yersiz ve tatsız bir kavgaya doğru gidiyordu. Öncülerin-sosyalistlerin ayrılması gerektiğini söyleyen arkadaş diğerine göre yaşça daha büyük, politik geçmişi ve o gün de örgütlülüğü olan kişiydi.

En sonunda dayanamayıp bu arkadaşa, “1905 Devrimi’nin nasıl başladığını hatırlıyor musun” diye sordum. Hatırlamamasına imkan yoktu tabii. O da bana biraz şaşkınlıkla dönüp konuyla ne alakası olduğunu sordu. Yanıtladım: “1905 Devrimi aynı zamanda polis muhbiri olan Papaz Gapon’un örgütlediği, işçilerin Çar’a koşullarının düzeltilmesi için yalvaran gerici bir mitinge Kazaklar’ın saldırması ile başlamadı mı ? Bolşevikler başta olmak üzere Rusya’daki devrimciler Kanlı Pazar olarak bilinen bu olaydan sonra başta Rus işçi sınıfının isyanını örgütleyip 2 sene sonra yenilseler de onu bir devrim noktasına kadar getirmediler mi?” diye sorduktan sonra ekledim: “Bu isyan nereye gider, nasıl müdahale ederiz bilemiyorum. Ama şu an kitlelerin olduğu yeri terk etmek, isyanı kendi ellerimizle teslim etmek anlamına gelir.” Pek ikna olmasa da en azından tartışmanın kavgaya dönmemesini sağladı bu müdahale.

Devrim İnternetten Yayınlanmayacak

Gezi’nin başları. Gecenin bir yarısı yorgunluk had safhada, evlere dağılınacak. Alsancak’ta ara sokaklarda yürünüyor. Grup içinden bir arkadaş birdenbire, “Fuar Lozan Kapısı yanmış” dedi. Herkes elindeki telefona bakıp yanma görüntüleri izliyor, ama gecenin karanlığında Lozan Kapısı olup olmadığı belirsiz. Şans eseri yolumuz Lozan Kapısı’nı gören bir yere çıkıyor ve yanan bir şey yok ortada. Ben de hemen Lozan Kapısı’nın resmini çekip “Ben tam oradayım, bu bilgi yanlış inanmayın” diyen, ardından  “bilgi teyitleme” üzerine diskur çeken bir tweet attım. Ancak öğrendik ki, gerçekten de Lozan Kapısı yanmış ve biz gelmeden yarım saat önce söndürülmüş.

İnternetin kişisel kullanıcılar bakımından bugüne kıyasla henüz emeklemeye başladığı bir dönemde, 90’ların başında Manuel Castells 3 ciltlik “Ağ Toplumların Yükselişi” kitabında internetin ortaya çıkışını şöyle tarif eder:

“…bir ölçüye dek düşmanın gücüne, hareket kabiliyeti ve arazinin bilgisiyle karşı koyabilmek için gerilla güçlerinin çok geniş bir araziye yayılmasını öngören Maocu taktiklerin elektronik dengi…” (Castells, age, 7-8)

Sosyal medyanın yaşamımıza yeni ancak hızlı girdiği zamanlarda patladı Gezi. İnternet ve toplumsal olaylara dair dünyada pek çok akademik araştırma da yapılmıştı. İnternet kitlelerin demokratik taleplerini dile getirdiği bir mecra olduğu kadar isyan, ayaklanma anlarında kitlelerin örgütlenmesinin, hareket kabiliyetinin de önemli araçlarından biri oldu. Arap Baharı’nın Mısır ayağında devletin ilk aklına gelen interneti yüzde 90 oranında kesmek oldu. Öyle ki, bugünlerde AKP-MHP-Ergenekon kliği “dezenformasyonu engelleme” adı arkasında Gezi’nin tarihsel korkusu ile birlikte internet yasaklarını boşuna yasallaştırmaya çalışmıyor.

Gezi’nin internet kullanımında RedHack gibi heyecan veren hack grupları, kolektif mizah, dayanışma ağları, vatandaş gazeteciliği gibi pek çok dinamik kendisini gösterdi. Bunlarla birlikte aynı zamanda yanlış bilgi yayılması, provokasyonlarla da karşılaşıldı.

Ancak internetteki yanlış bilgi, provokasyon gibi durumlardan söz edildiği sırada Gezi gibi isyan günleriyle günümüz karşılaştırıldığında bariz bir fark ortaya çıkar. Provokasyon her iktidarın en önemli ve alçak aletlerinden birisidir. Lakin Gezi gibi kitlelerin ayağa kalktığı zamanlarda kitlelerin hem sokaktaki pratik deneyimi hem de interneti pür dikkat takip etmesinin verdiği doğal bir dinamikle provokasyonları boşa çıkarmak veya olası etkilerini en aza indirme olanakları daha mümkün. Hatta 2021 yazındaki orman yangınları sırasındaki provokasyon girişimlerinin kitlelerin duyarlılığı sayesinde boşa çıkmasının nedenini de kitlelerin yoğunlaşmasında aramak gerekir.

Ama günümüzün durağan, hele de ekonomik-siyasi krizin derinleştiği durumlarda internet üzerinden yayılan yanlış bilginin ve provokasyonların önüne geçmek çok daha büyük irade ve çaba gerektiriyor. Bugün solcu olup olmasına bakılmaksızın aklı başında her insan Türkiye’de mültecilere karşı kitlesel saldırılar, pogromlar olacağından ciddi endişe ve kaygı duyuyor. Ve herkes neredeyse öyle emin ki böyle bir olasılığın ilk kıvılcımının internet üzerinden yayılacağından…

Gezi’nin deneyiminden geçmiş herkesin internetle ilişkisi o zamanlara göre daha yoğun. Her an, herhangi bir yerde ve ilerici gerici olup olmayacağı da belli olmayan toplumsal bir patlamanın olacağı zamanlardayız. İnternet kullanımında Gezi’nin bize öğrettiklerine dünden daha fazla ihtiyacımız olacak.

Ethem…

Julius Fuçik “Darağacından Notlar” kitabında insanların teker teker sorguların yapıldığı, resmi adı “400 Numaralı Oda” olan ama tutukluların “Sinema” adını verdiği yeri anlatırken Sinema’da şans eseri “iki” tutuklunun yan yana düşmesinin sonuçlarını anlatır:

Ne var ki, iki tutukluyu bir araya getirdiniz mi, hele bu iki tutuklu komünistse, beş dakikada bir örgüt kurulur ve derhal bütün planlarınızı altüst etmek üzere işe koyulur. 1942’de Sinema’ya Komünist Merkezi adı verildi ve pek çok değişikliklerden geçti. Binlerce yoldaş, binlerce erkek ve kadın sırayla burada yerini aldı. Ama değişmeyen tek bir şey vardı * kendisini savaşa adamış ve nihai zafere kesinlikle inanmış ortak ruh.” (Fuçik, age, 57)

Ethem’in vurulduğunu ilk duyduğumda nedense Fuçik’in yukarıdaki pasajı aklıma gelmişti. Ethem’i karalamak için Ankara Kızılay’daki MOBESE görüntüleri yayınlanınca, Ethem’in bir komünist olarak yanındakilerle neler yaptığını fark ettim ilk olarak. Bazen sakin, bazen hızlı hızlı hızlı. Birisine bir şey diyor, birisinden bir şey dinliyor, bir sağa bir sola gidiyor. Bu anları gördüğümde neden Fuçik’in pasajının aklıma geldiğini anladım: Ethem “okyanusun içindeki damla” olarak Kızılay’da bir kurulmuş “komünist örgütü” yönetiyordu.

Gezi’yi bir bütün olarak düşünürken ise Fuçik’in yukarıdaki pasajdan hemen sonraki satırları aklıma göze takılır:

400 numara düşmanın dört bir yandan kuşattığı ve durmadan her yandan ateş yağmuruna tuttuğu ama bir an için bile teslim olmayı düşünmeyen, savaş alanının ortasında çok ileri bir siperdir. Burada, kızıl bayrak yükseklerde dalgalanıyor. Kurtuluş için savaşan bütün bir ülkenin mutlak birliği bu ortak dayanışmada dile gelir.”

Gezi’de kimimiz kızıl bayrak çekti göndere, kimimiz gökkuşağının renklerini…

Ve gönderde bıraktık Mehmet’i, Abdullah’ı, Mustafa’yı, Ethem’i, Medeni’yi, Ali İsmail’i, Ahmet’i, Berkin’i…

Anıları önünde saygıyla….

 

Kaynaklar

Castells Manuel, Ağ Toplumlarının Yükselişi- Enformasyon Çağı, Cilt 1, İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2008

Fuçik Julius, Darağacından Notlar, Oda Yayınları, 1979

 

Ayrıca Kontrol Et

Sizi Ruhsuz Oportünistler, Çürümüş Bürokratlar Sizi: Taksim Ruhu Yaşıyor, Yaşayacak!

2024 1 Mayıs'ı, en azından 1 Mayıs’larda alternatifsiz tek adresin Taksim olduğu gerçeğini toplumsal belleğe tekrar kazıdı. Bu anlamda ‘Taksim 1 Mayıs'ı’ olarak tarihe geçti. Bu çıtayı tekrar düşürmek eskisi kadar kolay olmayacaktır bundan sonra!..